Pages

31.12.10

Bye Bye 2010, Hi Hi 2011!

 

  Eyy 2011! Zaten sormadan kafana göre geliyorsun, efendi gibi gel efendi gibi git, istikrarlı ol, akıllı ol, sağlam ol, sevimli ol, bal gibi tatlı ol. Bir verip iki alma, insanın canını sıkma, çileden çıkartma. Şunun surasında 365 gün ömrün var, tüm güzelliklerini ver ve adabınla bizi üzmeden git. "Ne milenyumlar gördüm ama bunun gibisini görmedim, harikalarla dolu bir yıldı!" dedirt emi?




  İyisiyle, kötüsüyle, mutluluğu, üzüntüsü, sevinci, heyecan, hayalkırıklığı, hastalığı, sağlığıyla bu yılı da geride bırakıyoruz insanlık olarak. Daha nice yeni yıllar görürüz inşallah. En önce sağlık diliyorum Allah'tan, sağlık olmadı mı geri kalan hiçbir şeyin değeri kalmıyor. Sonra her zaman ailem ve sevdiklerimle birlikte olmayı diliyorum. Ailemin, benim ve sevdiklerimin hep birlikte mutlu olmasını, hayallerinin gerçekleşmesini, şanslı olmayı, başarılı olmayı, hayata severek bakabilmeyi, umutlu olmayı, büyük çaplı üzüntülerin ve dertlerin uzak durmasını ve herşeyin "gönlümüze göre" olmasını diliyorum. Her yeni yılı karşılarken, neler olacağı hakkında hiç bir fikre sahip değilken, ne kadar tertemiz bir sayfaymış gibi görsek de, aklımızın bir köşesinde, dört-dörtlük, tamamıyla mükemmel olmayacağını biliriz. Ve bu yeni yılı da karşılarken, 2011'in "olabildiğince" mükemmel geçmesini diliyorum. Özlemini çektiğimiz herşeye kavuşmayı, hep beklemiş olduğumuz fırsatlara sahip olmayı, bu yılın en azından geçen bütün yıllarımızdan daha güzel olmasını diliyorum Allah'tan. Hepimize sağlık, mutluluk, huzur, başarı, aşk ve umut diliyorum. 2011, hiçbirimizi hayalkırıklığına uğratmaz inşallah.

Daily Stuff Vol 7.

  Tabu oynamaktan hiç sıkılmıcam sanırım. Haha iddialıyım da, iyi de anlatırım, iyi de bilirim. Ama bu, Trivial Pursuit'teki eksi seviyelere düşen genel kültür seviyemi alakadar etmez, lütfen!

  İstiklal Caddesi'nde yürürken yaklaşık her 20 metrede bir anket yapan birine rastlıyorum. Herkes biryerlere, birşeylere yetişmeye çalışıyor olduğundan, sollayıp geçiyorlar anketçileri. Onlar da ısrarla birşeyler sormaya çalışarak, bizlerin çok değerli vakitlerini çalıyorlar. İşleri hakkaten zor aslında, günde 1238847 milyon kişi tarafından reddedilmek kötü hissettiriyor olsa gerek, hayır olsa gerek değil, evet hissettiriyor, biliyorum çünkü, ben de yaşadım. Bi de böcekmişsin gibi bakmasalar öle tepeden tepeden. Bi çakasım geliyodu öle kendini bişey zannederek bakan tiplere de varya.. Sonuçta para kazanmaya çalışıyor insanlar. Geçen yıl bir tanesi arkadaşımla bana; "Valla zarar vermicem korkmayın" diyerek yanımıza yaklaşarak, biz; "Vaktimiz yok, kusura bakma" diyip giderken, arkamızdan; "Ama herkes bana şizofrenmişim gibi davranıyor." demesi hem gülme krizine girmemize sebep olmuş hem de beni bu konuda düşündürmüştü, "Hay ben bu sisteme..." demiştim içimden de. Fuck the system diyebilirim.

  Her gittiğimiz yerde, yaptığımız her aktivitide (aktivite yapılan bi şey mi emin değilim) resim çekmek ve çektirmekten (ayrıca resim çekinmek değil, çekilmek, ki o da yanlış zaten, resim çekilinmez, çektirilir bebeğim) çok hoşlanıyorum. Zaman geçtikçe insanın elinde bu gibi anı ve hatıralardan başka ne kalıyor ki?

  Normalde o gün hangi makyaj malzememi kullanmışsam onları alırım sadece yanıma evden çıkarken. Dün ilk defa (nerden esti bilmem) ufak bir çantaya en sevdiğim ve hep kullandığım zımbırtıları, tokalarımı filan doldurdum ve öylece yanıma aldım. Okulda sürüp sürüştürürken arkadaşımın çantasına koydum sonra alırım diye ve evet unuttum.Yılbaşı tatiline girdik, en yakın der 5 gün sonra. Unutkanlığıma mı yanayım, yılbaşına makyajsız gireceğime mi bilemedim (Yılbaşına girilmez bu arada Zeynep, yeni yıla girilir.). Bence ben unutkanlığıma yanmalıyım çünkü çok şükür kapı gibi annem, onun da kapı gibi makyaj malzemeleri var nihahaha. Göz kalemim forever!

  Dan Brown'un zekasına hayranım. Adam tam bir dahi bana göre. Mükemmel bir akla sahip, bilgili, insanüstü bir kültüre sahip, zeki biri. Yazdığı kitapların hepsi de birbirinden harika. Of ya başka kitaplar da yazsın ama. Acaba bilmem kaç decade sonra filan Mr.Brown 21.yy Amerikan Romanı dersinde işlenir mi? İşlensin lütfen. O nasıl bir araştırma, gözlem yeteneği ve hayalgücüdür?! Dan, adamımsın!

  Ruh halim Pazartesi, Salı, Çarşamba, Cuma, Cumartesi ve Pazar iyi olup da Perşembeleri bozulmasın artık.

Günün şarkısı -> Trivium-Dying in your arms
Günün sözü -> Huzurun olmalı biraz ve seni güçlü kılacak kadar acın. Sana garip gelecek ama; insanlara aldanmayacak kadar da taş kalpli olmalısın.
Kısa günün karı -> Düşürdüğüm tasın içinden her yana saçılan minci peyniri.
Günün atfı -> Because of his foolishness, you lost your belief in love. But don't worry, you'll find the one for you. He's waiting somewhere else.

28.12.10

Doğum günün kutlu olsun küçük meleğim =)


  9 yıl önce bugün, annemin hastanede bulunması ve benim onun yanında kalmama izsin verilmemesi yüzünden onun bunun evinde kaldığım günlerden birinde, öğlen 12 civarı babamdan gelen bir telefonla hayatım,-evet bir bakıma- değişti. Zeynep kardeşin doğdu! İlk sorum nedense; "Sarışın mı, esmer mi?" olmuştu. Bembeyaz bişeymiş meğersem, patiska gibi teni, sapsarı saçları, masmavi gözleri olan adete meleğimsi bir varlıktı kız kardeşim. Yıllar sonra, bugün, 9 yaşına basıyor bile. Lan zaman ne çabuk geçiyor hakkaten, yaşlanıyoruz yaa!

  Ömrün boyunca herşeyin en güzeli seninle olsun bitanem, seni çok ama çok seviyorum. Kimi zaman beni delirtsen de, çileden çıkartsan da, daha 2 dakika önce topladığım yerleri dağıtsan da, bana pabuçları aratmayacak küçük dilinle karşılık versen de sen benim küçük cadımsın, canımdan çok seviyorum seni. Küçücük yüreğindeki, o kocaman umutların hiç kaybolmasın, hiç bir zorluğun seni yıldıramayacağı kadar sağlam bir karaktere sahip ol, herkes özensin sana. Eşsiz ol (ki zaten öylesin). Her ama her şey gönlüne göre olsun, bütün güzellikler ömrün boyunca hep yanında olsun. Sağlık, mutluluk, başarı, huzur, para, sevdiklerin ve biz-ailen, hep seninle birlikte olsun inşallah güzeller güzelim. Her gelen yeni yaşın birbirinden güzel olsun tatlım, iyi ki varsın , iyi ki doğdun, iyi ki benim kardeşimsin...

  Seni çok seviyoruz...

26.12.10

Daily Stuff Vol 6.

  Resmi olarak ilk çeviri işimi almış bulunuyorum, o yea. Buradaki resmi, karşılığında bir para alacağım demek oluyor. Konusu da pek bir garip; "Tek elle hızı şekilde doldurulabilen U şeklinde yaylı ve kızaklı silah kılıfı mekanizması" ve evet, bu sadece başlığı! Demin 13 satırlık paragrafımsı bir cümle (demeye de dilim varmıyor) çevirdim. Daha doğrusu o mu beni çevirdi, ben mi onu çevirdim, bu konuda ikimiz de kararsızız. Yazarken kafası headbang yapar gibi sallanan bir kalemim var. Evet kalemimin bir kafası var. Üstüne bir de upuzun, örgülü, simsiyah saçları vaaaar. Çook tatlı. Yazdıkça coşuyor, çeviri yaparken onu kullanıyorum, beraber coşup duruyoruz.

  "Çok bilirim, herşeyi ben bilirim" havalarında gezen tiplere uyuz, gıcık, sinir, kıl, deli vs. oluyorum. Kendisinin doğru olduğuna %100 inandığı şeylerin, başkaları için de doğru olmak zorunda olmadığını anlayabilmelerini isterdim. Ne demiş atalarımız; "Çok bilen, çok yanılırmış." Aslında sen kendini çok görmüş, geçirmiş, yaşamış, okumuş, hayatın felsefesini çözmüş sanıyor olabilirsin ama benim bildiklerimin yarısını bile bilmediğinden eminim. Dost acı söylermiş dostum. Çok bildiğini sanıyorsun ama yalışsın. Ayrıca n'olur kendi düşüncelerini başkalarına kabul ettirmeye çalışmaktan da vazgeç! Bir de günah keçisi oldum, iyi mi?! Madem herşeyin en iyisini sen biliyordun, benim lafıma uymayaydın, ben sadece fikrimi beyan etmiştim hem, cık cık.

  "Tentador", "Şuh" kelimesinin ispanyolcası. Bizim grubun jargonu baya geniş. Konuştuklarımızı dışarıdan biri dinlese, hiçbir şey anlamaz, üstüne "Bunlar iyi mi?" diye düşünür. Ve biz sadece göndermeler ve imalarla muhabbet kurup, çok da güzel eğleniyoruz. Herkes bizim gibi olamaz kiiii. 24 Aralık mübarek Cuma günü, Dünya Tentadoras Günü'ydü, yani; "Le dia de las tentadoras".


  Yılbaşı yaklaşıyor, heryer süslenmeye başladı. Everywhere is red... Rujlar, ojeler, eşyalar, dekorlar, elbiseler, donlar... 8, 9, 10, kırmızı don, haha. Yeni  bir yıl, yeni umutlar mı demektir? Herkes her yeni gelen yıla sonsuz bir umut ve beklentiyle bakar, ama her yeni yılın sonunda görürüz ki, hiç kötülük olmayacakmış düşüncesiyle girdiğimiz o yılda, hayalkırıklıkları, üzüntüler, pişmanlıklar, hiç yaşanmamış olmasını dilediğimiz şeyler olmuştur. Her yeni yılda olacaklar da... Değişmeyen bir kural gibi bu. 2011'e de umutla bakıyoruz. Kötü şeyler elbet olacaktır ama umut etmek güzel. İyi düşün, iyi olsun. "Evrene pozitif enerji yolla" olayı.

  2 gün önce, daha önce hayatımda hiç yapmadığım birşeyi yaptım. Okula gittim (yok canım okula çok gittim daha önce), derse geç kaldım (bunu da çok yaptım daha önce), amaaaa, derse girmedim! Aman Allah'ım! Bu benim için büyük birşey. Hava çok hoştu, sıcak çikolata alıp, arkadaşımla muhabbet ettim. Çok da keyifliydi valla. Ama dersi ekmiş olmanın verdiği hafif vicdan azabı olmayaydı daha keyifli olabilirdi ya, neyse...

  İleride evleneceğim adamı (öyle biri varsa) çok merak ediyorum. Eminim herkes hayatında en az bir kere merak etmiştir. Hep düşünmüşümdür, acaba şu an nerede, ne yapıyor, ne düşünüyor, adı ne filan. Duymuştum ki, ilk defa uyuduğun bir evde, yastığının altında o evin anahtarını koyarsan, rüyanda evleneceğin kişiyi görürmüşsün. Şimdi oturduğumuz evde ilk kaldığımız gün yapmıştım bunu, rüyamda kimseyi görmedim. Evde kalıcam sanırım.

  05 aldığını sandığın sınav kağıdına bakarsın da, aslında 85 aldığını görürsün ya, işte öyle gülümsemenizi istiyorum!








Günü sözü -> Hamamböceği kafasız 8 gün yaşarmış. Peh! O da birşey mi? Kimi insanlar beyinsiz bir ömür yaşıyor.
Bugün günün şarkısı yok malesef.

22.12.10

Daily Stuff Vol 5.

  Çok özlediğim, en yakın arkadaşlarımdan biriyle sohbet emek, yanyana sıcak çikolata içmek ve desperate housewives moduna girmek keyifliydi.

  Dan Brown'un hanidir ele geçiremeyip de okuyamadığım son kitabı Kayıp Sembol nihayet elimde! Ouw bebeğim, seninle çok hoş vakit geçireceğiz. Hem bir an önce okuyayım istiyorum seni, hem de bitmek bilme please.

Muammer İnce'nin, Nimet Çubukçu'ya atfen yazdığı Andımız - the new edition'a ba-yıl-dım!

"Umursamamak" Huxley'e göre hayatın felsefesiymiş, bunu herkes çözemezmiş.

Romantik şarkılar! Sizden nefret ediyorum, hele "Ugly", sen ne berbat hissettiren bir şarkısın öyle!

  Geçen hafta bugün, soğuktan tir tir titremekteydim, bugünse üzerimdeki incecik bluzle sokakta yürüyordum. Ne ilginçsin sen hava durumu, ey Mikail aleyhisselam, nolur hava, kış sonuna kadar böyle olsun.

  Yine 6 saatllik aramız vardı bugün. Çok bekliyoruz son derse girmek için ama yine de bugün okula gelmekten en çok zevk aldığım gün. İstikametimiz Taksim'di yine. Günümün en çok güldüğüm anı, canım arkadaşımın Tabu'da; "Gözleri çok iyi gören bir kuş türü" olarak verilen ipucu üzerine, heyecanlı bir şekilde; "Yarasaaa!" diye bağırdığı andı. Hahaha.

  Haberlerde, bilmemkaç trilyonluk yılbaşı çekilişi hakkında kendisine yöneltillen bir soru üzerine; "Valla bizim çokta gözümüz yok, yeteri kadar çıksın, yeter." diyen vatandaşımıza buradan selam ve sevgilerimi yolluyorum.


Günün atfı -> "Bir arkadaşa bakıp çıkıcam" gibi olmasın ama. (Esprilerine hayranım bebeğim)
Günün sözü -> I am on the outside, I am looking in, I can see through you, see your true colors, inside you are ugly.
Günün şarkısı -> Incubus - Mexico

Ummak ya da hayal etmemek, bütün mesele neydi?

  Umut nedir? Ya da inanç (dini anlamdaki inançtan bahsetmiyorum)? Hayal etmek nedir peki? Veya, insan neyi hayal eder?..

  Belki hoş birşey hayal etmek, evet, ama ben korkuyorum hayal etmekten, çünkü hayal edersem ve hayal ettiğim gibi olmazsa hiçbir şey, hayalkırıklığına uğrarım. Hayalimdeki evin camları kırılır, hayalimdeki arabanın farları, hayalimdeki işimdeki ofisimin masasındaki vazo da kırılır, hayalimdeki beni seven adamın kolu da. Hayalkırıklığına uğramamak için, beklentileri minimumda  tutmalı, azı olursa üzülmemek, çoğu olursa da "Oh, ne ala.." diyebilmek için. Hepten hayalsiz de yaşanmaz ama galiba.. Ufak tefek şeylerin hayalini kurarım ben de. Fantazi dünyam olur o benim, ütopik olduklarını unutmam, öyleyse kaptırmam kendimi belki.


  Ama yarına dair umudum ve inancım var. Zaten intihar etmiyorsam, umut ve inanç sahibi olmamdandır, ha bir de Allah korkusundan. Çünkü yarın için hiçbir umudu kalmayan insanın, yaşamak için de sebebi kalmamış demektir. Çok mu karamsar oluyorum bilmiyorum. Aslında kendimle çok tezat içerisinde bir kişiyim ben. Hep gülerim, gülümsemediğim resim karesi yok gibidir, herşeye yüksek sesli kahkahalar atarım filan. Genelde neşeliyimdir ve evet bunlar içimdeki acıları gizlemek için felan değildir, günümüz yazarlarının söylediği gibi. Ama nedense karamsar olduğumda da, uç sınırlarda yaşarım bunu. Bardağın önce hep boş tarafı çarpıyor gözüme ama napayım. Bir Polyanna oluyorum, bir somurtkan şirin. Çok ilginç biriyim bu konuda hakkaten. Benle başa çıkmak zorunda kalanlara Allah sabır versin. Kendime de.

Ah ruh halim, çok değişkensin, çooook.

  Aslında sanırım kendi ruh halimi kendim belirliyorum. Moody olduğum bir anda, bu böyle sürüyorsa, ben sebep oluyorum buna. Benim elimde yani. Şöyle bir silkinip de; "Hoop! Kendine gel!" diyebiliyorum (Allah'tan). Bu da birşeydir. Bazen break down olabiliyor ama. Eh boru değilim ya... "I'm choosing happiness, over suffering." sözü geliyor sonra aklıma, işe de yarıyor ama bazen de tam tersi. İnsanlar çok karmaşık ya. Ruh halleri filan.. Her insan kendi içerisinde birer algoritma bence. Her birinin bir arka kapısı var ama bulmayı bilene...

Herşeye rağmen şükredecek, mutlu olacak çok şey var, çok şükür Allah'a.

20.12.10

21.12.10

YUMURTA GENÇLİĞİN İSYANIDIR!

  Bundan tam 1.5 yıl önce, nasıl olduğunu benim de anlayamadığım bir şekilde, sevgili devletimiz, biz, edebiyat ve fen fakültesi öğrencilerine öğrenim dönemimizle paralel  olarak yürüteceğimiz, ücretsiz formasyon dersi alma hakkını vermiş-ti. 1.5 yıl boyunca her Cumartesi sabah sabah kalkıp (akşam kalkılmaz tabi), okula gidip (okul dışında ders nerde olcak zaten), yılda 4 kez olmak üzere sınavlarına hazırlanıp formasyonumuzu tamamlamaya çalışıyor-duk. Sonra günlerden bir gün (birkaç gün önce), öğrendik kiii, eğitim fakültesinde öğretmenlik yapmak üzere öğrenim gören öğrencilere karşı haksızlık olacağı iddiasıyla, Danıştay'ın aldığı bir karar üzerine formasyon hakkımızı elimizden almışlar. Vizesini bilem olmuştuk. Ayrıca 100 bekliyordum. Güler misin, ağlar mısın? Şimdiiii, bir sorum var;

 -Kim vericek benim öküz gibi sınavına çalıştığım gecelerin, her Cumartesi tatil tatil sıcak yatağımdan çıkıp yollara düşmemin, bastığım akbillerin, aldığım AA'ların, kurduğım öğretmenlik hayallerimin hesabını????

Saygılar(!)

YUMURTA GENÇLİĞİN İSYANIDIR.

Daily Stuff Vol 4.

  Bu hafta gezme haftası oldu, oh ne güzel. Kadıköy'de Hatay dürümü, Kumkapı'da lahmacun ımmm... New's Moon diye bir yer var, benden tavsiye kimse gitmesin oraya. Harcayacak fazladan parası olana sözüm yok tabii. Bir tabak makarna 20 tl, kola 8 tl, çay 7 tl, ordan kaçmaya çalışmanın yarattığı adrenalin paha biçilemez! Baya bir yağmur yedik, ıslandık, saçım başım birbirine girdi filan. Kumkapı'da da rüzgardan uçuyordum az kalsın. Ama rüzgarı çok seviyorum, hele de ılık oldu mu... Nedense özgür hissettiriyor beni, sanki kuşlar gibi rüzgarı kanatlarımın altına alıp ayaklarımı yerden kessem, uçacakmışım gibi.. (Çok da kanadım varmış gibi)




  Kadıköy iskeledeki şemsiyeci Altay Meçhul'e buradan selam ve sevgilerimi yolluyorum!




  Ordan burdan koli toplama maratonu yeniden start aldı! 4 gözle, kara kara inşaatının tamamlanmasını beklediğimiz yeni evimizin sıvasını yapmaya başladılar ya biz de yeniden ev toplama çalışmalarına başladık yavaştan. Uzun bir süre koli filan görmek istemiyorum artık.

  Bir ülkenin toprakları üzerinde huzurunla yaşayabiliyorsan, o ülkenin değerlerine -diline, yönetim biçimine vb.- karışmayacaksın, beğenmiyorsan da bas git kardeşim! Ne özerkliğiymiş, ne başka dilde tabelaymış felan?! Sen kimin ülkesini kimin elinden almaya çalışıyorsun densiz! Da get!

  Finaller yaklaşıyor. Hiç ders çalıştığım yok. Ders çaşılmak mı? Ders çalışmak ne arar la Zeynep'te? Oh yandan vol 2. Yakında kapıya dayanması beklenen yumurta yolda, geliyor.
 


  Bir de çöpçatanlık projesi yürütüyoruz bu sıralar, bakalım başarılı bir sonuç elde edebilecek miyiz...






  2 yanımdaki, 2 azı dişimin içi belediye çukuruna döndü. Ne sağ tarafımla birşeyler yiyebiliyorum, ne sol tarafımla. Tavşan gibiyim, oh yandan vol 3. Çok büyük bir dişçi fobim yok ama hani yıllarca gitmesem de aramam yani. İnsanlar niye çok korkarlar ki dişçiden? Çoğununki önyargı bi de. Ya da başka insanlar hep korkarlar diye midir onların da korkmasının sebebi? Formasyon dersinde buna benzer birşeyler öğrenmiştik; "Dolaylı Güdüleme" miydi neydi, formasyon dersimizi elimizden almasalardı daha iyi bilebilirdim tabi! Evet. Çok kızdım. Hala da kızgınım!

  Bahar gelsin artık, bahar şenliklerine gitmek istiyorum.

Günün sloganı -> Success is just like being pregnant. Everybody congratulates you, but nobody knows how many time you were fucked!
Günün şarkısı -> Incubus - I miss you (Biri de bana I miss you dese keşke)

20.12.10

19.12.10

Explore. Dream. Discover...

  Aslında ne kadar boş şeylerle uğraşıyoruz, hayatın koşturmacasına kapılmış, ne yaşadığımızı, neden yaşadığımızı unutup, saçma sapan şeylere takılıp, koşturup duruyoruz. Akreple yelkovanın birbirini kovalaması gibi; yelkovan hep akrebin peşinde koşar, ya da tam tersi, ama hiç yakalayamaz, üstünden geçer, gider ve onlar birbirini yakalamaya çalışırken olan tek şey zamanın geçişidir. Hayat da aynı buna benziyor. Aslında hayatımız bize verilen tek bir şans. Başka alternatifi yok, bu kısmı olmadı, kes, baştan, 3, 2, 1 action! diye birşey yok, ya da montajlama gibi bir olayı da yok. Ne yaptıysan, o. Yaşadığın 1 saniyeyi bile geri alamazsın dimi? Bunu yapabilmeyi herşeyden çok istediğim birçok an olmuştur. O an ne kadar dayanılmaz gibi gelmiştir yaşadığım pişmanlık, acı, üzüntü, hata, herneyse artık. Ama şimdi bakınca diyorum ki o kadar da kötü değilmiş. O an, o duygunun veya ruh halinin içerisindeyken öyle gelmesi normal, yadırgamıyorum.

  Biraz önce bir video izledim, tüm bunarı yazmaya iten de oydu beni; pankreas kanseriyle mücadele eden bir üniversite profesörünün verdiği bir dersi gösteriyordu video. 3 çocuğuna büyüyünce izlesinler, diğer insanlar da belki biraz gözlerini açarlar umuduyla kaydettiği bir ders. Tüm tedavilere rağmen, bütün vücudunu saran kanser sebebiyle sadece birkaç ayı kaldığını öğrenen bir insan. İsyan edip, karalar bağlayıp, hayata küsüp, son birkaç ayını da çöpe atmak yerine, kalan hayatını olabildiğince mutlu olarak, istediği herşeyi yaparak, dolu dolu, son saniyesine kadar yaşamayı seçmiş, o adam. Helal olsun demekten alamadım kendimi. Anladım ki aslında o kadar açma sapan, incir çekirdeğini bile dolduramayacak önemsiz şeylere takılıyoruz ki, onlara üzülüp, dertlenip, düşünüp, kafaya takıp, yaşadığımız "o an"ı kaçırıyoruz, haberimiz yok.

  "Hayat sen gelecek için planlar yaparken, başından geçenlerdir."

  Hayat o kadar kısa ki... Ne zaman öleceğini de bilemiyor insan (iyi ki de öyle). Bilinmeyen bir zamanda öleceğimiz kesin, bunu bildiğimize göre, aslında gerçekten de o kadar önemli olmayan şeylere takılmak niye? İlla önemli bir hastalığa yakalanmak mı gerekiyor (Allah korusun), sağlığının, nefes alıp verebiliyor olmanın, yanında seni seven insanların olmasının değerini anlayıp, bilebilmek için? Birkaç kilo fazlan varmış, 3 vizen düşük gelmiş, kredinin 2 taksidini geciktirmişsin, eski sevgilin başka birini bulmuş, komşun hep özendiğin o tektaşı almış, o sene work and travel'la ABD'ye gidememişsin, yüzünü sivilce basmış... İnsanlar ne kadar büyük dertlerle başa çıkmaya çalışıyor fikrin var mı? Kimi sokakta yaşıyor, kimi göremiyor, kimi duyamıyor, kimi konuşamıyor. Kiminin kolları yok, kiminin ayakları.. Kimisi annesiz babasız, küçücük yaşında yalınayak sokakta dilendiriliyor, kimi şu anda şiddet görüyor, kaçabileceği bir yer yok, kimi ölüm döşeğinde, kiminin 2 ay ömrü kalmış... Sahip olduğumuz o basit şeyler bile, başkaları için o kadar lüx şeyler ki, farkında olmasak da aslında hepsi birer nimet. Yiyebilecek ekmeğinin, içecek suyunun, kafanı sokacağın, içerisinde anne-baba-abla-abi diyebileceğin birilerinin olduğu bir evinin olması, sabah olunca gözlerini açıp hala nefes alabiliyor olduğunu görmek, hepsi bize bahşedilmiş birer armağan. Peki biz neden ufacık şeylere takılıp da, bize bahşedilen bu armağanları unutup hayatı kaçırıyoruz o zaman?!

  Hala yapabiliyorken gül, elinden geldiğince mutlu ol, eğlen, yaşadığın anın tadını çıkarmaya çalış, her olayda iyi bir yan görmeye çalış. Sadece böylelikle yaşadığın hayatı anlamlı kılabilirsin. Hayata küsüp, isyan etmek herkesin elinde. O kadar kolay ki. Neden hemen vazgeçiyoruz, o daha mı kolay geliyor? Neden kolay yolu seçiyoruz? Zaman geçiyor durmadan, bıkmadan, usanmadan, dur durak bilmeden ... Ve onu geri getirebilecek hiçbir imkan yok.

  Yapmak istediğin herşeyi yap elinden geldiğince, saçmalamadan ama tabii, suyunu çıkarmadan. Hayallerinin peşinden git, onlara ulaşamasan da, onların peşinde koşarak geçirdiğin zaman aslında öğretmiştir sana hayat hakkında bilmen gereken en önemli şeylerden bazılarını. Sahip olduğun hayat, kırılan oyuncağının, seni bırakıp giden sevgilinin, düşük aldığın dersin, kaybettiğin paranın arkasından ağlayarak, sızlanarak, kendine acıyarak ve depresyona girerek harcayamayacağın kadar kısa ve değerli! Mümkün olabildiğince gül, sev, mutlu ol, affet, iyimser ol, kötü düşünme, kırma, kırılma, takılıp kalma... Seni mutlu eden şeyleri yap, beraber vakit geçirmekten hoşlandığın insanlarla birarada ol,  hayalini kurduğun herşeyi gerçekleştirebilmek için uğraş, çünkü yarının ne getireceğini bilemezsin. Ne geçmişe, ne geleceğe takıl, sadece anı önemseyip de geleceğini sağlamlaştıracak şeyleri de boşverme. Ağustos böceği hikayesine dönmesin sonra ama. Her şeyi yaşa ama dengelemeyi bil. Uyanık ol, kimsenin seni üzmesine izin verme...


  Tüm bunları söyleyen biri olarak, bunların hepsinin uygulayabilecek miyim bilmiyorum. "Ordan konuşmak kolay tabi!" diye düşünebilir insan. Belki bunları uygulayamayacağım tamamıyla, ama en azından gördüm, anladım. Uygulayamasam da biliyorum. İnsan her dakka Polyanna olamaz tabi, elbet karamsarlığa, umutsuzluğa, sıkıntıya düşeceği anlar olacaktır. Sıkıldığı, bunaldığı, bunalıma girdiği, sinirlendiği, bıktığı, dayanamadığı zamanlar olacaktır. İnsanız çünkü, boru değiliz ya! Üzül, kız, ağla, bağır, çağır, somurt, depresyona gir ama çık. Gereğinden fazla uzatma. Bir gün dönüp de arkana, yaşadığın hayata, geçirdiğin vakte, kaçırdığın fırsatlara bakarken, pişman olmamak için, yaşadığın anın kıymetini bil, şükret. Hayat gerçekten kaçırmaya gelmez. Geçiyo bak, kaçmasına izin verme, yakala bir ucundan...

Laugh, while you still can.

Live all you can; it's a mistake not to.

It doesn't so much matter what you do in particular, so long as you have your life. If you haven't had that, what have you had?

Seize the day or die regretting the time you lost.
I'm too young to worry.

Dün rüya, yarın ise hayalden ibarettir. Dünü mutlu, yarını umutlu yapan bugündür. Onun için iyi bak bugüne, acı da olsa gülümse.

Carpe diem quam minimum credula postero.

Az korkun, çok ümit edin. Az yiyin, çok çiğneyin. Az konuşun, çok şey ifade edin. Az kızın, çok sevin, iyi şeyler sizindir.

Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü kimseden birşey ummam. Beklentiler daima yaralar. Hayat kısadır. Öyleyse hayatınızı sevin. Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin. Sadece kendiniz için yaşayın ve;
-Konuşmadan önce dinleyin,
-Yazmadan önce düşünün,
-Harcamadan önce kazanın,
-Dua etmeden önce bağışlayın,
-İncitmeden önce hissedin,
-Nefret etmeden önce sevin,
-Vazgeçmeden önce çabalayın,
-Ölmeden önce yaşayın.
Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun.

I love the people who keep a smile when they have every right to break down.

I'm choosing happiness, over suffering.

We can not change the past, but we can change our attitude toward it. Uproot guilt and plant forgiveness. Tear out arrogance and seed humility. Exchange love for hate... Thereby, making the present comfortable and the future promising.

Present is a gift, take it.

Yüreğinin sesini dinle ve onun götürdüğü yere git, çektiğin acının bile güzelliğini yaşa, bu duyguyu tat. Herşey kendi içinde güzeldir.

At my back, I always hear time's winged chariot hurrying near.

Twenty years from now you will be more dissappointed by the things that you didn't do than by the ones you did do. So throw off bowlines, sail away from the safe habor. Catch the trade winds in your sails. Explore. Dream. Discover...

I can't live my life always worried about what if 'cause what if I die tomorrow, then I never even lived?!

Do not keep clinged in the past or do not be obsessed with the future, do not postpone the present, live it well.

In every life we have some trouble
When you worry, you make it double. So,
Don't worry, be happy!

17.12.10

Sakın görünüşe aldanma; görünüşte herkes insandır.


 Son 1 ayda olanlardan çıkardığım ders ve öğrendiğim gerçekten önemli hayat dersleri:

-Herkese hemen güvenip inanmamak,
-Yakın gördüğüm her kişiye hemen kendim gibi sanıp, samimiyetine inanıp herşeyi anlatmamak,
-Erkeklerin güzel sözlerine kanmamak,
-Hemen kendimi salıvermemek,
-İyi düşünüp, taşınıp, değerlendirmek ve gözünü açık tutabilmeyi başarmak,
-Hayatta gerçekten çok ama çok kötü karakterli ve gerçekten çok ama çok salak insanların da olduğunu unutmamak.

  Bunları birer öğüt olarak duymaktansa yaşayarak öğrenmem çok daha "etkili" oldu. Bir musibet, bin nasihattan evlaymış.

  Ama kafa karışıklıklarım da var; dost, sevgili, arkadaş ya da herhangi biri olarak kime güvenip, kime güvenmeyeceğimi bilmiyorum. Bunu nereden anlayacağımı da bilmiyorum. Herkesin öyle bir rol yeteneği varmış ki mübarek, haberim yokmuş. Herkes iyi niyetli gibi geliyor bana ama! Fazlaca safım çünkü, evet.

  Bundan sonra yapabileceğim tek şey sanırım birisini gerçekten tanıyana kadar (bu mümkün mi bilmesem de) çenemi tutup her bi haltı anlatmamak. Belki çok da önemli olmayan meseleler oalbilir. Ya da şunu düşünebilirim; birşey söylerken, "Eğer bunu birden çok kişi duyarsa bana bir zararı dokunur mu?" diye düşünüp, vermeyeceğine karar verirsem, anlatabilirim güvenilirliğine inandığım kişilere. Evet, bunu yapmalıyım. Ne kadar başarılı olacağımı bilmiyorum ya neyse...

  Tüm bunlar olup biterken, bazı insanların yanımda olduklarını için şanslı ve mutlu hissediyorum. Onların güvenilmeye değer olduklarına inanıyorum (ya da öyle olmasını istiyorum).

  Niye herkes vicdanlı, dürüst, iyi niyetli olmuyor ki?!

16.12.10

Daily Stuff Vol. 3

  Her gün 1 yeni bilgi fırtınası devam ediyor, o yea.

  İnsan 6 saat arkadaşlarıyla boş kalsa n'par? Sinemaya gider, saatleri uymuyorsa geri döner, olmadı sessiz sinama oynar. Tıkınır, dedikodu yapar. Hava -12137 dereceyse, dışarı çıkamaz, sıcak çikolata içer. Akşamın köründeki derse kadar yorulur, pestili çıkar, derse girip hocanın mükemmel esprilerine maruz kalarak, her zamanki gibi 2.öğretim gibi hissederek eve dönüş yoluna koyulur.

  Off ya, çok fena tıkınıyorum bugünlerde, kış geldi ya, evde yapacak bişey bulamayınca, dolapla kanka olduk. Facebook'ta bir grup vardı "Checking the fridge every 10 minutes to see if any food magically appeared" diye. Aynı o durumdayım, korkuyorum kış sonunda 60 kilo filan olmaktan... Hatta şu anda bile tıkıştırıyorum ağzıma birşeyler.

  Gitarım bana küsmemiş, o kadar sevindim ki bana bunu söylediğinde! 3 Days Grace - Last To Know çaldı bana biraz. Özlemişim sesini, parmaklarımı acıtmasını.. Keşke daha çok zaman ve imkan ayırabilsem ona da duyduğum bütün güzel şarkıları çalabilse bana.

  Bugün yine bir taraflarım dondu okuldan dönerken. Hava o kadar soğuktu ki, dışarı çıkmaktan ödüm kopuyor, sırtımda kapkalın montum (çok şükür), çizmelerim ve atkım olduğu halde. Öyleleri var ki, sokaklarda görüyorum kimi zaman, yalınayak çocuklar, sırtında yırtık yelekler olan adamlar, ayağında doğru düzgün ayakkabısı olmayan kadınlar.. Geçen sene bir adam vardı, Beyazıt'ta görüyordum onu hergün, o soğukta ben kalın elbiselerim içince bile donarken, o yalınayak, üstünde incecik kıyafetlerle titriyordu. Aslında hergün aynı şekilde görüyordum onu, bilmiyorum belki daha acınası gözükebilmek için o şekilde duruyor da olabilirdi, ama n'lursa olsun  bu onun tercihi değildi. Bana hep garip gelir. Kimi insanlar yalılarda, villalarda, havuzlu, hizmetçili evlerde yaşar, kimileri yiyecek ekmek bulamaz filan... Eğlence gecelerinde, parasını verip gelenler yer, içer, oynar, eğlenir. Onlarla aynı insani özelliklere sahip başka insanlarsa onlara hizmet eder, aslında hiçbir farkları yoktur birbirlerinden. "Herkes kendi hayatını yaşar" işte bir yerde. Herkes için farklı roller biçilmiş, herkes kendi rolünü oynar, repliklerini söyler ve sahneden ayrılır. Yaşadığımız hayat bir durak sadece,  bunun farkında olmalı ve rolümüz hiç de fena değilse-diğerlerine nazaran-, şükretmeli bence...

  "Anı yakala" felsefesine çok fena takmış durumdayım. Kimseyi tınlama, hayat boş eğlen coş modundayım da, faaliyette bir aktivite yok henüz. Kafamın içinde coşup oturuyorum. Hatta orda hızma bile taktım, hem de burnumu deldirerek, ohh kimse de birşey demedi.

  Hoş bir şiire rastladım geçen, yazarı meçhul;

Bir güzellik yap kendine!
Ve sadece sahip olduklarını düşün; mutlu ol onlarla!
Sahip olamadıkların üzülsün senin olmadıklarına...

Bir güzellik yap kendine!
Keşkeleri hiç düşünme!
Mutlu ol seçimlerinle.
Bırak keşkeler üzülsün senin seçimlerine...

Bir güzellik yap kendine!
Her yeni günü senin günün ilan et
Ve şımart kendini olabildiğince.
Bırak dünler üzülsün seçilmediğine.

Bir güzellik yap kendine!
Kalbinde daha da büyüt sevgisini sevdiklerinin!
Bırak sevmediklerin üzülsün kalbinde yerleri yok diye...

Bir güzellik yap kendine!
Sev kendini kimseleri sevmediğin kadar.
Mutlu ol varlığınla.
Bırak seni sevmeyenler üzülsün!
Yüreklerine sığamayacak kadar büyüksün diye...


15.12.10

13.12.10

Daily Stuff Vol. 2

  Ailemizin sapığı, burdan sana sesleniyorum! Kardeşim senin derdin nedir? Mal mısın? Anlayamıyorum ki arayıp arayıp "I want to play a game" tonundaki sesinle "Naaaaabeeerrrrr?" diyince noluyor ki? Bir tür yoga etkisi mi gösteriyor ya da kendi çapında nirvanaya filan mı ulaşıyorsun, çözemedim. Arama lan bidaaaa!

  Geçici evimizin mutfağında, pardon kutup dairesinde, ağzımdan duman çıktı! Evet, şok oldum ben kendim şahsen ve bizzat. Anneme birşey söylüyordum ki önümden beyaz beyaz bişeyler geçti gibi oldum, baktım, ağzımdan buhar çıkıyo. Evin içindeyken başıma ilk defa geliyor böyle birşey.. Çok yanlış. Ellerimi yıkadıktan sonra da bir 10 dk kadr hissedemiyorum kendilerini. Ha bir de karar verdim, bahara kadar yıkanmıcam, evet.

  Ne ders çalışıyorum, ne birşey. Ohh.. İlla yumurtanın kapıya dayandığı o geceki sıçtın mavisini görmem gerekiyo sanırsam. Aman upuuzunn textleri de hiç okuyasım gelmiyo ki bi de. Önce bir hepsinin birikmesi, acıcık zamanının kalması, napıcam yarebbim diyerek o site senin bu site benim critic aramam filan gerek. Anca o zaman..

  Arkadaşım mesaj attı dün, komikti baya: Türk olmak; yemek yediği kaşığı tatlı yemeden önce yalayarak temizlemek, "Boyalıdır, dokunmayınız!" yazısını gördüğünde parmağıyla kontrol etmek, belli bir yaşa kadar biber dolmasının içini yiyip dışını bırakmak (hala yaptığım şey) ve yok cevabına "Hiç mi yok?" diye karşılık vermekmiş. Ha bir de önceden şunu duymuştum; tüp, gaz kaçırıyor mu diye kontrol ederken çakmak kullanan tek insan, Türk insanıdır diye. Bence diğer milletlerin de alışkını olduğu absürd davranışlar vardır. Mesela İtalya'da (muhtemelen tüm Avrupa'da da) ayakkabılarıyla eve girip, aynı yerlere bir de yalınayak basıyorlardı. Iyk. Hiç steril değil, cık cık cık. Hiçbiri olmazsa, başlı başına bir "Eau De Toilette" efsanesi var canım...

  Kısa günü karı -> kırdığım çay bardağı, sonrası yediğim fırça. İyi ki züccaciyecide filan çalışmıyorum yoksa maaşımın 3'te 1'ini oraya yatırmam gerekeceğinden şüphem yok, hehe.
  Günün sloganı -> Hayat işte.. Uykun gelsin diye hayaline giren koyunları, uykun kaçsın diye hayatına giren öküzleri sayarsın! (BA-YIL-DIM)
  Günün atfı -> "It feels bad. Worse than you think."

"DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN BABİŞŞ! "

  Bugün babamın doğun günü, günüydü yani. Ah garibim ya farkında bile değildi bugünün doğum günü olduğundan. Canımız pasta çekti dedik, kendi pastasını aldırdık gelirken adamcağıza. Ay ama ne de şaşırdı, sonra sevindi filan.. Onu öyle görmek bizi daha çok mutlu etti tabiii..

   İnsanın sahip olduğu en değerli zenginlik çevresinde onu seven ve önemseyen insanlara sahip olmasıdır; ailesi, dostları, arkadaşları, sevgilisi (bu zamanda adam gibi olanına rastlamak zor). Ama aile en önemlisi! Kimse onlar kadar karşılıksız, safça sevmiyor. Gerçekten iyiliğini düşünenler, onlardan başkası değil. Her zaman yanında ve destekcin olacak kişiler de onlar. Hep yanımda olun, olur mu? Allah sizi bizden almasın...

Pasta mükemmeldi!

12.12.10

Öfke Patlaması

  Herkes ettiğini bulmalı, iyiyse iyilik, kötüyse kötülük! Birşey beni üzüyorsa, haketmişim demektir, oh olsun bana da o zaman. Beni üzen üzülsün, kıran kırılsın emi. Herkes ektiğini biçsin, hakettiğini görsün, yaşattıklarını yaşasın... Herkesin "kalbine" göre inşallah - "gönlüne göre" ile karıştırılmasın!..

Böyle güzel..

  Meşgul olmak çok güzel ya.. Herhangi bir işle uğraşmak, her şeyi tüketmek dışında, birşeyler de üretebildiğini hissetmek, gezmek, dolaşmak, yeni yerler görmek, kendine yetebildiğini (to a certain extent) farkedebilmek, tek başına da olsa vapura binmek -deniz!-, işe gitmek, okula gitmek, ev işlerine yardım etmek, alışverişe gitmek, meşgul olmak işte, boş oturup bi taraflarımı büyütmekten çok daha iyi. Meşguliyet insanıyım ben. Öyle yerimde oturup durmak bana göre değil, yapacak birşey bulamayınca bunalıma giriyorum bi de uff...

  Dünya Rakı Haftası son 2 haftadır. 2 gün çalıştım kutlama etkinliklerinde. Sabahın köründe kalkıp, sokaklarda kaybola kaybola gideceğim yeri bulmak, bütün gün ayakta durup oraya buraya koşturup insanları mutlu etmeye çalışmak, o cart mavi, 5 beden büyük polarların içinde insan karşısına çıkmak, üşümek, donmak, tir tir titremek, iş bitiminin getirdiği o dayanılmaz hafiflik, rahatlama ve sorumluluklarını yerine getirebilmiş olmanın verdiği mutluluk, gecenin bir vakti (2-3) eve bırakılmak... Evet, evet ihtiyacım olan şeyler bunlar. Bunlar olmalı benim hayatımda.

  Okula gitmeyi de seviyorum ben. Manyak mıyım neyim bilemicem ama, o sıkışık tepişik otobüslerde, ayakta, kulağımda kulaklığımla okula gidip, o amfi senin bu amfi benim derse girip çıkmak, ders arasında 1212989 km'lik yemekhane kuyruğunda bekleyip, soğumuş yada durmuş tavuklu yemekleri yemek, arkadaşlarla hoş sohbetlerde bulunmak, her gün 1 yeni bilgi öğrenmek (sonucunda büyük öfke ve şaşkınlıklara sebep olanları da), dolayısıyla hayatı öğrenmek, karanlık bastıktan uzun süre sonra, 2.öğretim gibi hissederek okuldan çıkmak, ortalama 20 dk'lık bir otobüs bekleme süresinden sonra bir de oturacak yer bulamamak ve eve dönmek... Bunlar da çok hoşuma gidiyor. Aslında çok dengesiz olduğumu anladım, evet. Ben burç fallarına filan inanmam ama kendi burcumun (ikizler) özelliklerinden "değişken ruhlu" olma özelliğini baya bi taşıyorum galibaaa. Bir gloomy oluyorum, moody oluyorum, hiçbir şey mutluluk vermiyormuş gibi geliyor, bir neşeli oluyorum, death-metal şarkılarla kendimi dansederken filan buluyorum. Haha, ilginç bir kişiliğim var benim...

Seize The Day

Seize the day or die regretting the time you lost
It's empty and cold without you here, too many people to ache over

I see my vision burn, I feel my memories fade with time
But I'm too young to worry
These's streets we traveled on will undergo our same lost past

I found you here, now please just stay for a while
I can move on with you around
I hand you my mortal life, but will it be forever?
I'll do anything for a smile, holding you 'til our time is done
We both know the day will come, but I don't want to leave you

I see my vision burn, I feel my memories fade with time
But I'm too young to worry, a melody, a memory, or just one picture

Seize the day or die regretting the time you lost
It's empty and cold without you here, too many people to ache over

Newborn life replacing all of us, changing this fable we live in
No longer needed here so where do we go?
Will you take a journey tonight, follow me past the walls of death?
But girl, what if there is no eternal life?

I see my vision burn, I feel my memories fade with time
But I'm too young to worry, a melody, a memory, or just one picture

Seize the day or die regretting the time you lost
It's empty and cold without you here, too many people to ache over
Trials in life, questions of us existing here
Don't wanna die alone without you here
Please tell me what we have is real

So what if I never hold you, yeah, or kiss your lips again? Whooooah
So I never want to leave you and the memories of us to see
I beg don't leave me

Seize the day or die regretting the time You lost
It's empty and cold without you here, too many people to ache over
Trials in life, questions of us existing here
Don't wanna die alone without you here
Please tell me what we have is real

Silence, you lost me, no chance for one more day
Silence, you lost me, no chance for one more day
I stand here alone falling away from you, no chance to get back home...

Şah-Mat


  Hanidir aklıma takılıyordu; Hayatta neden hep bir şekilde strateji uygulamamız, davranışlarımızı planlamamız ya da taktik uygulamamız filan gerekiyor ki? Neden bunlar olmak zorunda? Hiç strateji uygulamdan, satranç oynar gibi her hamleden önce 40 kere düşünmeden yaşayamaz mıyız? Güzel olmaz mıydı? İçinden ne geliyorsa yapmak, istediğin gibi yaşamak, istediğini yemek, içmek, giymek, gezmek, fena olmazdı hani. Birileri için önemli olabilmenin yolu kendini çekmek midir, önemsemiyormuş gibi yapmak ya da? Ama neden ki? Ben istediğim gibi davranamıyorsam, illa belli birşeye göre hareket etmem gerekiyorsa, bunda bir gariplik yok mu? İlginç...

  Canlılar, bitki ve hayvan olarak ayrılıyor. Biz de insanlar olarak, hayvan grubunun içinde yer alıyoruz, yani aslında bizim de bir "wild nature"ımız, "instinct" mevzumuz var, ama belli bir toplum düzeni içinde yaşamak zorunda olduğumuzdan, bir "civilization" içerisinde bulunmamız gerekiyor ve sanırım bu da başına buyruk yaşamamız gerçeğine ket vuruyor. Bilmem, belki de böyle de olması lazım... Ben kendi sebebimi buldum diyelim.

29.11.10

Pölsan'dan bi kuple.

... adam ona belleğin aslında ne olduğunu açıkladı. İnsanın içindeki bir kuyuydı o ve herşey ona sığabilirdi. Orada geçmiş ile geçmemiş olan, geride kalanla gelecekteki, bilinen ve bilinmeyen şey bir miktar karmaşık hayatlarını birlikte yaşarlar. Orada akreple yelkovan koptuğu halde saat çalışmayı sürdürmektedir, buz bir yandan büyümekte, bir yandan da erimektedir. Orada bir dolu sözcüğü olan da vardır, tek sözcüğü olmayan da... Çok belirgin bir şekilde okunabilen yazı ile defalarca yazılıp, defalarca silinmiş yazılar ve ne olduğu çıkarılamayan işaretler de yer alır. Unutulamayan hastalıkların ardından, iyileşme ve huş yapraklarının kokusu gelir ve en altta, asla boşaltılamayan belleğin en dibinde, her şeyin olabilmesini ve olmasını sağlayan Tanrısal bağışlama vardır; geçmişteki her şey, henüz olmamış veya olmuş olup da hakkı olan yere yerleşmemiş her şey, bağışlamanın kaba elleriyle yerli yerine oturtulur.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...