Pages

23.5.11

Anlasanız da konuşsanız gam yemicem ama...

  Millet her ağzına geleni, düşünmeden söyler olmuş anasını satayım ya. Yeter artık be kardeşim yeter, kafatasınızın içindeki kıvır kıvır şey boşuna değil, az bi düşünmek için kullansanıza onu. Biraz empati kurmayı öğrenin allasen ya. Azcık empati kurun nolur bak, bi kere kurun ölmiceksiniz inanın bana. Kimsenin bana duymak istemediğim şeyler söylemeye hakkı yok aslında. Hele sinirimi bozmaya hiç yok! Ya beni anlayın ya da kapayın o güzel çenelerinizi ki size olan sevgim tersine dönmesin. Saygılar.

20.5.11

Korkumdan ağlamadım ama sabahladım

Çok alakalı dipnot:Bu yazacaklarımın, dün bana 3.5 attıran depremle alakası yok, onun korkusu başka.

  Uzuuuuuun zaman önce farketmiş olsam da, bir türlü kendime itiraf edemediğim bir durumu 2 gece önce kabullenmiş durumdayım. Evet, ben acaip korkak bi kızım. Öyle risk almaktan, biriyle çıkmaktan, sınava girmekten filan korkmak gibi bişey değil. Bildiğin öcülerden filan korkuyorum. Evet 21 yaşındayım.

  Havaların azıcık da olsa ısınmasıyla beraber, sıcaklık kendi odamda uyurken donarak ölmeyeceğim bir dereceye ulaşınca, kendi yatağımda yatmaya başladım. Ama ben alışmışım öyle odaları içiçe, dipdibe evlerde oturmaya. Burda Edirne asfaltı kadar koridor olup da odam da o koridorun ucunda olunca, annemle babam da diğer ucunda yatınca, üstüne bi de kardeşim de annemlerle uyuyunca azıcık yadırgadım. 2 gece önce ise korkunun dibine vurdum.

   Efendime söliyim yeni odamı çok sevdim ve her zaman görülmeyecek bir durum olarak odamı toplamadan uyumuyorum. Ben odamı toplıyım, internette dolaşayım dur bi de kahve içeyim diyip gece keyfi yaparken saat olmuş gecenin bilmem kaçı, herkes uyumuş bi ben uyak kalmışım meğer. Artık sabah olmaya az kalmışken uyuyım artık dedim ve yattım. Oh bi de rahat geldi ki yatak sıcacık, yumuşacık filan. Huzurlu huzurlu tavana bakarak uyumayı beklerken bir anda bişi oldu, bi his geldi, bi anda gözüne araba farı tutulmuş tavşan gibi kaldım. Vücut ısım, kan basıncım ve kalp atışlarım hızlandı. Sanki tavanda bişiler geziniyor, ampul kapalı olmasına rağmen sarı sarı kıvılcımlar çıkarıyor, kapımın önünden jet hızıyla gölgeler geçiyor, birileri yanıma yaklaşıyordu. Hayalgücüm, göz yanılgılarım ve ödlekliğim bir olup beni çileden çıkarmak için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Gözümü kapayayım bari dedim ama kapayınca biri hızlı hızlı gelip üstüme atlıcak filan gibi hissedince fal taşı gibi açtım hemen. İnat gibi de uyku bastırdı, gözlerimi açık tutumakta zorlanır oldum. Onlar kapanıyo, biraz sabrediyorum, olmuyo yine açıyorum derken bi 15 dakka geçti böyle. Kalkıp bloga mı yazsam bunları dedim ama korkudan yerimden kıpırdayamıyıp onu da yapmadım. Sonra favori duam olan Ayetel Kürsü'yü kaç kere olduğunu hatırlayamadığım kadar okumaya başladım. Şeytan bu ya, dua etmem ona battı sanırım ki beni korkutmayı bi kenara bırakıp hemen uyuyayım da dua okumayı bırakayım diye uyuttu beni. Sızıp kalınca korkular bensiz naptı hiç bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.

  Ben, büyüyüp de eşşek kadar olmasına rağmen, odasında yalnız uyuyunca korkudan tipten tipe giren biri olarak kendimden... düşündüm de yok utanmıyorum be, hehe. Karanlıktan da çok korkarım. Işıklar kesildiğinde koşa koşa yüksek biryerlere çıkıp gözlerini yuman biriyim (o karanlıkta gözlerimi yumunca sanki ışık görücem). Artık bunu çekinmeden söyleyebiliyorum. Allah beni de böyle tırsak yaratmış işte ben napayım.

  Yalnız bu tip korkuların adını ve sebebini keşfedemedim henüz. Yabancı ortamlara girip ortaya atılmaktan, dikkat çekmekten, konuşma yapmaktan, yeni insanlarla tanışmaktan, yüksekten filan korkmam da. Cinlerden, öcülerden, hayaletlerden, ruhlardan ve depremden, hortumdan, fırtınadan, ve gemideyken denizin dalaglanmasından ve karanlıktan korkuyorum.Doğa üstü varlıklardan filan da korkarım. Bunların heeepsinden korkarım. Hem de çok. Son bir itiraf, (eski evde banyoyla mutfak yanyanaydı) yıkanırken 15 yaşına kadar annemi ben çıkana kadar zorla mutfakta bekletiyordum.

Sanırım evlenince kocama kızarsam "al yastığını da salonda uyu" yerine, "ben annemlere gidiyorum" derim.

18.5.11

Is life based on oppositions?

  Uyumam lazım uyumam lazım diyince uyuyamazsın, normal zamanada sızar kalırsın.
  Çocuğa birşeyi yapma dersin yapar, yap dersin yapmaz.
  Birine soğuk davranırsın sana aşık olur, ölür, biter, çok değer verirsin kendiliğinden defolur
  gider.
  Birşeyi çok istersin olmaz, umursamazsın anında olur.
  Saçını şöyle bir tutturursun  düğüne gider gibi olur, yarım saat uğraşırsın bi boka
  benzemez.
  Bişeye çok heveslenirsin, hayalini kurarsın mutlaka bir terslik çıkar.
  Yemek yaparken çok dikkat edersin dibi tutar, öylesine iki dakkada pişirirsin
   mükemmel olur.
  Sokağa berbat bir halde çıkarsın, seni o halde görmesini en son istediğin insanla
  karşılaşırsın, süslenir
  püslenir okula gidersin, o gelmez.
  Senin istediğin seni istemez, seni isteyeni sen istemezsin.
  Haftaiçi hep geç kalırsın, Pazar günü 7de gözün açılır.
  Çok çalışırsın 20 alırsın, hiç kasmazsın 85 alırsın.
  Yanında olmasını istediğin kişi başka ülkededir, ama gıcık olduğun tip dibinde biter.
  Korktuğun şey hep başına gelir.
  1. Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
  2. Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.
  3. Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.
  4. Bir şeyin olma olasılığı, isteme olasılığı ile ters orantılıdır.
  5. Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
  6. Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
  7. Olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekirdi.
  8. Ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir.
  9. Çözülen her problem yeni problemler yaratır.
Murphy kanunları gibi benim kanunlarım var, düşündüm buldum. Daha da çok var. Nedenini çözemedim pek, hani düşüncelerimizi evrene yolluyoduk da bize geri dönüyodu? Noldu lan hani?

Uzuuun bir aradan sonra..

  Oh ya sonunda evime, internetime, telefonuma, televizyonuma, ayakkabısız bastığım halıma, sonu gelen sınav dönemime, nihayet gelen bahar şenliklerime, yarısı kurulmuş düzenime, açılan bloguma kavuştumm!!! Ne çok şey olmuş, ne kadar zaman olmuş bloguma giremeyeli, ne de çok şey değişmiş. Duygularım, telaşlarım, planlarım, düşüncelerim de değişmiş. Yazmak çok güzel bişey, birsürü şey yaşadım ve hiçbirini yazacak imkan ve fırsat bulamadığım için yaşadıklarım sanki yaşanmış da bilinmeyen bir yerlerde kaybolmuş gibi hissettim. Sanki yazınca somutaştırmış oluyorum, hani fotoğraf çekersin de anı ölümsüzleştirirsin ya, onun gibi işte. Öyle "sabah kalktım, elimi yüzümü yıkadım, kahvaltımı yaptım, sonra tuvalete gittim" tarzı günlükümsü birşey olarak değil de hissettiklerimi, düşündüklerimi, kararlarımı yazdığım, çok sevdiğim kişisel bi eşyam olarak görüyorum. Ay böyle uzun zaman yazmayınca da konudan konuya sıçrıyorum, hepsi karışıyo.

  Allah taşınan herkese kolaylık versin valla, o ne zor işmiş öyle yaaa. Sonunda o bok kokulu apartmandan, haftada bir kovası delinen sobadan, sigortaları attırıp da hep ben içindeyken suyu buz gibi yapan elektrikli şohbenden, pis kedilerden, kutup noktasını aratmayacak olan o evden kurtulmuş olduğum için bi hola hola dansı yapmadığım kaldı. Yeni evimiz de ilk taşındığımız zamanlarda çok soğuktu, hem hava soğuktu hem de ev yeni diye duvarları soğuktu ama eski evdeki soğuk neydi öyle ya, bazı günler ayaklarım yorganın içinde olmalarına rağmen mosmor uyandığım günler olmuştu, o derece yani. Bi de bizim yerleşmemiz de çok zaman aldı (ki hala tam olarak yerleşebilmiş değiliz), eksik dolaplar, raflar, eşyalar olduğu için beklemek zorunda kaldık, doğalgaz, su, elektrik başvuruları için çok gün harcadık ve kardeşim hasta oldu. Hepsi üstüste binince 20 günde anca yerleşebildik. Bi hafta boyunca ayakkabılarımı çıkaramamamdan sonra halıya çoraplarımla bastığım ilk gün bu evde en mutlu olduğum ilk andı. Ayrıca ocak filan kurulana kadar da öğle yemeklerinde bile lahmacun tarzı fast food yiyecekler yemekten içim kurudu.



  4 gün televizyonsuz, 2 hafta telefonsuz ve internetsiz geçirilen günlerimiz çok çetindi. Herşeye fransız kalmış olduğunu bilmenin getirdiği ezikliği yaşamayan bilemez.



  Tam sınav zamanıma denk gelen taşınma işlerine, en önemli son iki sınavıma, sınav sabahına kadar kapak açmadan girmemi sağlamış, sınav zamanı baya bi tutuşmama, dolayısıyla okula sabahın köründe gidip, 3-5 saat herkese ders anlattırıp, okuyabildiğim kadar dökümen okutmuş olmasına, neredeyse duaları hatim indirerek girdiğim sınavlardan beklediğimin kat kat kat üstünde alarak beni sevinç yumağı haline getirmiş olduğu için sonsuz minnetlerimi sunuyorum. Çalışmadan yüksek almış olmama şaşıran arkadaşlarıma bu işin sırrını açıklıyorum! "Telaş ve çaresizliğin getirdiği tüylerinin dimdik olma halinde, duyulan gerginlikle, algıların full açık olması sayesinde hissedilen yusuf yusuf sendromu sonucu ortaya çıkan 3,5 atma durumu." Sakın evde deneyin.

  An itibarıyle gerçekten çok utandım. Tam da "gerçek dost kara günde belli olur"dan girip, tam taşınma zamanı iş güç varken, yardıma en ihtiyacımız olduğu anda bir anda ortalıktan yokoluveren akrabalardan, komşulardan, (sözde) yakın arkadaşlardan bahsedecektim ki, teyzesi ölen ve benim mesaj atmayı düşünüp de unuttuğum bi arkadaşımın araması ve dost dediğin kara günde belli olur diyip, benim aramadığımı hatırlatmasıyla çok çok çok mahcup olup, utanmış durumdayım. Ama ben valla mesaj atıcaktım da unuttum aklımdan çıktı bişey oldu basiretim bağlandı derler ya ondan işte filan. Ama bu bizim kara günde kaybolan insanları, akıllarına gelmesi için baya bi uzun süreleri olduğu halde akıl edemedikleri için suçlu bulmama engel değil. Belki de bencilim olabilir, ama dürüstüm de, hatalıyım evet ama onlar da hatalılar. Utanıyorum, konuyu kapatıyım bari.


   Eski sevgilim, aramızda inkar edemeyeceğim bir bağ olduğundan,
benim hemen isim koymak istediğimden ama onun klişe olmasını istemediğinden dolayı zamanla olmasını tercih ettiği, arkadaş-sevgili arası bi durumda bulunduğumuzdan filan bahsetti. Türkçesi nedir acaba, anlayan, bilen? Bende uyandırdığı anlam; "sevgilim olup da adını koyup da beni kasma, ama hazırda elimin altında bekle, takılalım hoş vakit geçirelim, ama ben hiç fedakarlıkta bulunmıyım, sana değer vermeme gerek olmasın, free olayım ama sen orda beni hep hazır bekle." Böyle bi dünya gören, bilen? Neyse, sinirimi bozmadan bu konuyu da kapatayım.

  Bazen babamın gizli gizli Six Feet Under filan dinleyip de etkisi altında kaldığını düşünüyorum.

  Bazı dualarım kabul oldu sanırım. Acı çeken, ağzına sıçıldığını iddia eden birileri var. Çok mutluyum. Hatta oh olsun. Beter ol. Amin.


  Bahar şenlikleri, bahar şenlikleri diye yırtınırken gide gide 2 tanesine gidebildim. Şebnem Ferah'ın sesi gerçekten çok güzel ve Mor ve Ötesi çok eğlenceli. Deliler gibi bağırdım, sesim kısılcak diye korkarak aynı zamanda da hiç korkmadan avazım çıktığı kadar şarkı söyledim, kafam zonklayıncaya kadar zıpladım ve boşluğum ağrıyıncaya kadar dans ettim.




  Günde 5 kere telefonda konuştuğu, 100 kere mesajlaştığı bi insana onu kırmadan, "senden elektrik alamıyorum anla işte" demenin yolunu duyan, bilen? Bari kendime Manga'dan "Cevapsız sorular" şarkısını armağan edeyim.

  Tekrar taşınma, yerleşme, eşya konusuna geri döneyim. Babam kendi işlerini anca yetiştirebildiği için evin işleri annemle bana kaldı. Zaten annem bi usta, ben de çırağı kadar bilgi sahibiyiz. Badana yaparken kartonpiyerle duvar arasına çekilen şeridi çekmişliğimden, fayans arası derzi doldurmuşluğuma kadar bi tadilat geçmişim var. Ama tecrübelerime bir yenisini daha kattım veee tüm komşuların şaşkın bakışları altında, yağmur altında elimde bir dekopajla ki kendisi tahta kesme şeysi olur, kooocaman bir suntayı raf yaptımm! Kendimle gurur duymadım değil valla. "Erkek işi" olarak nitelendirilen ve bayanların yapamayağına inanılan şeyler başta olmak üzere her konuda az çok bilgim ve becerim olması gibi bi düşüncem var. Elimden her iş gelmeli, kimseye muhtaç olmamalıyım gibi bi bilinçaltı dürtüsü de olabilir ama memnunum halimden.

  Bütün o karmaşanın, yorgunluğun ve yoğunluğun arasında bütün gününü bana ayırıp İstanbul turu attıran, daha önce hiç çıkmadığım Galata Kulesi'nden İstanbul manzarası seyrettiren, daha önce hiç tadına bakmadığım Kentucky Fried Chickens tavuğu yediren ve daha önce hiç içmediğim ahududulu bişiden içiren ve bana çooook güzel bir gün yaşatan arkadaşıma çooook teşekkür ediyorum.

  Kendimi özlettiğimi biliyorum blog, ama yazacak birsürü şeyim daha var sana. Ayrıca Blogger'ın açılmasına çok sevindim, ardı arkası gelmeyen saçmalıklara devam edilecek, biliyoruz da en azından herkes bloğuna, "kişisel mülkiyet"ine kavuştuğu için çok mutluyum.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...