Pages

31.10.11

Hortladık geldik =)

  Şimdi biz geçen Ekim miydi neydi, Forum İstanbul'a dolaşmaya gitmiştik. Annem Zehra ben, dolaştıktan sonra acıktık, dedik birşeyler atıştıralım. Bi masaya oturduk baktık bizim masanın son tarafında iki kız. Ama kızlar korku filminden fırlamış gibiler. Yırtık file çorapları, mini etek ve mor kolları vardı. Makyajları akmış, sanki dayak yemişler saçlar başlar birbirine girmiş. Herkes öcü gibi bakıyor kızlara. Annem de canım benin kızları görünce yüreği ağzına geldi "kalkın çabuk başka masaya geçiyoruz" dedi telaşla. Neyse tabi biz dik dik bakışlarımızı belli etmemeye çalışarak, lokmalar annem tarafından boğazımıza dizilmek suretiyle hızlı hızlı yiyip kalktık. Tam nolmuş lan onlara öyle diye düşünürken, hatta bunu girdiğimiz mağazada çalışan kişilere bile anlatırken, onların bi gösteri için öyle giyinmiş olduklarını öğrendik. Meğersem Michael Jackson anısına her yıl Thriller şarkısı eşliğinde böyle manyak gibi giyinip korkunç makyajlar yaparak Dünya'nın her yerinde aynı saatte zombiler mezarlarından kalkıp dans ediyorlarmış. Neyse biz "aaaa ne ilginç" filan deyip geçtik gittik.

  Sonra bir baktık, açıklık bir alanda bir sürü insan dans etmeye çalışıyor. Gösterinin provası varmış sabah, akşam da -hatta gece- Dünya'yla aynı anda dans etceklermiş işte falan. Hatta isteyenler de katılıyormuş, hocalar hızlıca onlara hareketleri öğretiyormuş ve hepberaber dans ediyorlarmış. Ama yeni katılanları bi görsen, zaten beceremiyolar komik komik hareketler yapıyolar, insanlar da meraklı bakışlarla etraflarını sarmış onları izliyor bir yandan da gülüp dalga geçiyor. Ben de tam gidip bakayım dalgamı geçeyim diye düşünürken kardeşimi üstümü başımı çekiştirirken buldum. "Nooooollurr ablaaağğğğ, biz de katılalııımmmmm" dedi. "Maaaaaanyak mısın be gelmem ben rezil mi edicem kendimi milletin içindeeeeeğğğ?" diye hiddetlendim. Ama sonra noldu? Kendini kayıt kuyruğunda buldum.

  Neyse katıldık filan, o milletin etrafını sardığı ve demin bahsettiğim hissiyatlar içinde izlediği noktada geçtim arka köşelerde bir yerlere (arka köşe de yoktu ki) hocanın gösterdiği hareketleri yapmaya başladım. Of ama keşke en azından suratımda zombi makyajı olsaydı da tanınmasaydım o zaman rahat ederdim. Biz çalışırken, annemler de garibim 6-7 saat mahsur kaldılar orda bizim yüzümüzden. Dünya'yla aynı anda olacağı için gece 2'ye denk geliyordu toplu saat. Kanada'ya göreymiş, tabi orda millet poposunun istediği vakitte yapıyor bizi düşünen yok! Milyon tane provadan sonra makyaj yapmaya götürdüler bizi. Küçücük camsız bir alanda 261425124 kişi hep birlikte boğulalım da zombi olayımız daha gerçekçi olsun dedik. Uzuuunn kuyruktaki bekleyiş sona erince adaşım olduğunu öğrendiğim bi kız makyajımı yaptı, daha doğrusu yüzümü boyadı. Neyse çıktık yukarı falan, daha bir havaya girdik tabi. O yea naber adamım ben zombiyim ayık ol ona göre filan moduna girdik. Birkaç provadan sonra nihayet saat 2 oldu ve geri sayım başladı, sonra dünyayla aynı anda, bilmem kaç on tane yerle aynı anda dansımızı yaptık. Bitiminde herkes havalara uçtu sanki dünyayı kurtardık, millet birbirine sarıldı, ben de ayıp olasın diye birkaç el çırptım falan.

  Dönüşte taksiye bindiğimizde şoförün yüzündeki ifadeyi ömrüm boyunca unutamam heralde ehehe. Eve gelip bi saat boyalarımızı temizledik ve banyoya girdik. O sıralar tabi bok kokulu apartmandaydık. Sigortalar atıp duruyordu banyodayken, özellikle de ben banyodayken. İlk o gece atmıştı lanet olası şey. Ben o soğukta boyalarımın yarısı akmış ve köpüklü bi vaziyette titreyerek çıkmıştım banyodan ha bi de küfür ede ede. Sonra bir şekilde tekrar banyoya girip temizlenip uyuduk. Ertesi gün ne kadar Thrill The World şeysi varsa Facebook'ta hepsini beğendik, gruplara katıldık hatta bir sonraki sene için önkayıt formunu bile doldurduk. Resimlerden kalan birkaç tanesini -birkaç tane çünkü esrarengiz bir şekilde, babamın telefonuyla çektiği onlarca resim kendiliğinden silinip gitmişti- Facebook'a yükleyip, albümün adına da "Thrill The World devamı gelecek :D" koymuştum. Bir süre sonra Youtube'da official videoyu bulduk, bi de ne göreyim?! Daha doğrusu ne görmeyeyim: Kendimi! Lan Allah kahretmesin, kafamın ucu bile gözükmemiş onca kişinin arasından. Nasıl üzüldüm nasıl içerlendim anlatamam. Kardeşim o küçük zombicik haliyle çok ilgi çekici ve şirin(?) gözüktüğü için onu en öne koymuşlardı, o yüzden o her saniyede gözüküyordu. Neyse diyip bağrımıza taş basıp bir sonraki sene için umutlu hayaller kurmaya başlamıştık...

  Veeeeee işte günlerden o gün geldi çattııı! Dün gece sabahın 4'ünde, evet 04.00 olan, (bu kısımda Kanada'dakilere küfürler geliyor) gösterimizi gerçekleştirdikkk! Hatta saatlar tam da o anda geriye alındığı için fazladan bir saat daha bekleyip, eski saate göre 5'te dansettik. Bu yılki gösteri alanımız Ortaköy Meydanı'ydı. Evet biz de zatüreden ölürüz o saatte deniz soğunu yedikten sonra, tam zombi oluruz diye düşündük ama çok şükür şimdilik bişi yok. Bu yıl geçen yıl yaptığım reklam çalışmaları sayesinde, zombi alemine kuzenim, kuzenimin arkadaşı, iş arkadaşlarımdan biri, sınıf arkadaşlarımdan biri ve onun iki arkadaşı vee tabi ki Sparrow olmak üzere bilmem kaç yeni zombi kazandırdım.

  11'de ordaydık, hazırlık yapıyordu herkes. Daha kostümleri giymeden makyajları yapmadan bikaç prova yaptık, tabi arada dansı hiç bilmeyenler dolu. Ayağıma basan, suratıma çarpan gırla. Herkes yaşasın zombi olucaaaz modunda gezerken biraz vakit geçti ve gruplar halinde makyaja gittik. Afife Jale'yi tahsis etmişlerdi bize makyajların yapılabilmesi için. Kuzu kuzu efendi zombi adayları olarak sıramızı bekledik, sonra dikişler atıldı, kaşlar yarıldı, kanlar akıtıldı hatta kimimizin kafası kopartıldı ve makyajımız tamamlandı. Kıyafetlerimizi de giyince tam birer zombi olduk, bi mezardan çıkıp dans etmesi kaldı. Meydana geri döndük ve beklemeye başladık. Etraftan hangi beyinsiz şikayet ettiyse, polis geldi ve 4'e kadar müzik açmamızı yasakladı. Tabi çoğunluk müzik olmadan dans etmek istemediği için herkes bir kenara dağıldı ve oturup beklemeye başladık. Ama gecenin köründe Ortaköy sahilinde hava nasıl olur? Tabi ki dondurucu ötesi. Hareketlerimiz azalmaya başlayıp oturduğumuz yerden kalkmadıkça kıçımız çok fena dondu. Titremeye başlayınca dolanalım azcık, müziksiz oynayalım hatta diye kalktık, baktık ki ilerde ufolar yanıyo. Gittik hemen dibine girdik. Saatler ilerleyip hala kimseden ses çıkmayınca kardeşim annemin kucağında uyuyakaldı. Geçen yılın acısını çıkarmak için 718672321 milyon tane foto çekme amacı olan ben olarak yorgunluk, uykusuzluk ve üşümeyle hiç fotoğraf çekesim veya çekilesim gelmedi. Elimin içindeki fotoğraf makinasını, içine soktuğum cebimin içinden çıkarmak o kadar zor geldi ki anlatamam.

  Neyse ite kaka saat yaklaştı, müzik yasağımız kalktı ve prova yapmaya başladık. Yine geçen senenin acısıyla gittim taa en öne, baktım fazla ön, ikinci sıraya geçtim. Zaten en önde hocalar durcakmış. Birkaç provadan sonra saatimiz 4, eski saatle 5 olunca geri sayım başladı veeee dirilerek mezarlarımızdan çıktık. Anam o mezarlar da ne kalabalık öyle, bütün zombiler birbirinin üstüne yattı. Hele Sparrow bir ara gözükmüyordu üstüne yatan insanlar yüzünden ahaha. Kalktık, dans ettik dans ettik dans ettik. Havaya girdik, mutlu olduk, dans ettik.

  Çok ama çok zevkliydi. Bu yıl geçen yılkinden kat kat daha muhteşemdi. Hem tecrübeliydik, hem de değerini biliyorduk olayın. Böyle bir deneyim kaç kere yaşanır? Şu sıradanlığın dibine vurmaya meraklı hayatta bunun gibi çılgınlıklar da olmasa, yaşanmaya değer mi ki? Ailemin de benim gibi düşünmesi şansına da sahip olduğum için bu tip şeylere katılabiliyorum. Ve evet hayatı daha zevkli hale getiriyoruz. Şimdiye kadar yazılarımda hiç "sevgili okuyucularım, blog pıtırcıklarım, canım takipçilerim hatta 'siz' " bile demedim, hep "blog" diye bloguma hitap ettim ama kendi çapımda bir ilki gerçekleşitiriyorum; yazılarımı okuyan, gerçekten takip eden kaç kişi vardır bilmem ama burdan bunları okuyan herkese sesleniyorum. Seneye tekrarı olacak bu etkinliğe her ama herkesin katılmasını şiddetle tavsiye ediyorum. Hiç pişman olunmuyor hatta zevkten dört köşe bile olunuyor, yaşandı ve onaylandı! =) 

  Bir de düşündüm de kendimi artık ifşa etmeliyim. İşte fotolaaarrrrr (yani ufak(!) bir kısmı);


Kardeşim zombi



En sağdaki Sparrow, yanındaki zebra kılıklı ben :P


Havalı zombiler (H)


Sarı dişler..

Uyuyakalan zombi prenses


Hem Samsung reklamı, hem kendi reklamımız :D

Ve organizasyonun Facebook linki; http://www.facebook.com/#!/ttwistanbul

25.10.11

Görmeyeyim kaybettiğimi..

  Kolumun uyuşukluğunu hissederek hıçkırıklarla uyandım. Ağlıyordum. Rüya bitmiş ama aklımda bıraktığı izler tüm sıcaklığıyla duruyordu. Kavuruyordu hem kalbimi hem aklımı... Rüyaydı sonuçta, bitmişti. Ama aklımda bıraktıkları, uzun bir süre çıkmacayaktı.

  Bir yerlere gidiyoruz amcamın minibüsüyle. Mola veriyoruz, bir avmnin en üst katında yemek yiyoruz annem, yengem ve ben. Annem sigara içmeye gidiyor, bekliyorum bekliyorum yok. Sonra sinirlenip kalkıyorum annemin de eşyalarını yanıma alarak, aklımda minibüse inip onları orada beklemek var. Tam kalktığım anda annemle yengemi görüyorum gelirlerken. Ben tavrımı sürdürerek önden gidiyorum onları beklemeden. Asansörü çağırıyorum, en aşağı ineceğim yerde en yukarı çıkacağım. Asansör geliyor ama yarısı yukarıda kalmış, çekerek indiriyorum kendi hizama. Biniyorum, asansör bomboş, en yukarı çıkıyorum zaten en yukarki kattan binmişken. Sonra birsürü insan biniyor asansöre, ben iniyorum, baktım ki yanlış kattayım geri biniyorum. Birsürü insan aşağıya iniyoruz. Dakikalarca, kilometrelerce sürüyor inmemiz. Asansör camından dışarı bakıyorum, yollar geçiyor, deniz görüyorum uzaktan, birsürü araba geçiyor sağdan soldan, arabanın birinde komşularımızdan birini görüyorum hayal meyal. Yollar geçmeye devam ediyor, zamansa akmaya... En alt kata geliyoruz, asansörden iniyorum. Ne minibüs var, ne de aklımda en ufak bir düşünce kırıntısı. Sap gibi ortada, daha önce hiç görmediğim, bilmediğim yere bakıyorum olduğum yerde dönerek. Yerler, yollar, binalar bambaşka. Neredeyim ben diyorum, yolumu bulmaya çabalarken..

  Kısa bir süre sonra yol tabelasını görüyorum. ANKARA yazıyor kocaman. Ciğerimi deliyor sanki o yazı aklıma idrak ettiği anda. Nasıl olur diyorum. Nasıl geldim ben buraya, neler oluyor diyorum. Deliler gibi etrafa koşturuyorum, yolumu bulamıyorum. Neler olup bittiğini dahi hatırlamıyorum. Birilerine anlatıyorum durumumu, yolumu bulamıyorum yardım edin çıkış yolu nerede diyorum. Bir kadın kocasıyla yanımdan geçerken bir zarf uzatıyor içinde para olan. Al diyor bu yardımcı olur belki yolunu ararken, ihtiyacın olur. Reddediyorum parayı, kimin umrunda olur ki o anda para. Etrafındaki herkesi, yolunu, düşüncelerini kaybetmişken, para... ne gereksiz bir şey. Sonra başka birisi bir bilgisayar gösteriyor bana, al burdan bak istersen diyor. Haritalar, yollar, karışık şeyler. Sonra telefon açmak geliyor aklıma, annemin numarasını tuşluyorum önce. Bekliyor bekliyor ve sonra bir telesekreter çıkıyor. İşte o anda, duyduğum anda bütün bedenimi yakıp kül eden, başımdan aşağı kaynar su döken ve hayattaki diğer herşeyin önemini kaybettiğini anlatan cümleler dökülüyor ağzından telesekreterin.. Siz 45 yaşındayken, annenizi kaybettiniz! Başım dönüyor, gözlerim kararıyor. Ruhum, aklımı da beraberinde alıp yorgun bedenimi bir saniye düşünmeden bırakıp gidiyor. Sonra babamı arıyorum telaşla, yine aynı telesekreter. Babanızı da annenizi kaybettikten 3-4 yıl sonra kaybettiniz. O an kelimeler uçup gidiyor, etraftaki herşey canımı acıtmaya başlıyor, aldığım nefes boğazımı yakıyor, yaşadığım her saniye bana ıztırap veriyor.

  Yanımda birisi var tanımadığım, noldu diyor. Ben 45 yaşımdayken annemi, sonra babamı kaybetmişim diyorum, ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Kardeşimi arıyacağım ama numarasını bilmiyorum diyorum. En son asansöre binmeden önce 9 yaşındaydı çünkü, cep telefonu yoktu. Sonra gelecekte olduğumu anlıyorum. Ayna yok etrafta, ama biliyorum dış görünüşümün 21 yaşımdakinin aynısı olduğunu. Sadece hayatımdaki en önemli insanları kaybettiğim yaşı biliyorum. O anki yaşımı bilmiyorum, 45'ten fazla olduğumu biliyorum. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Herşey, herşey anlamını yitiriyor, hıçkırarak ağlamaya başlıyorum, sesim çıkmıyor. Sesim çıksın diye bedenimi uyandırıyorum ve ağlıyorum.

Uyanıyorum..

Ağlıyorum, yüksek sesle, hıçkıra hıçkıra. Uyanmaya başlarken başladığım ağlamamı uyandığım anda kısa süre içinde sonlandırmama alışkın olan annem yanıma koşuyor hemen. Ama ağlamam durmuyor. Daha yüksek sesle ağlıyorum, daha çok hıçkırarak. Noldu diyor annem, yine kim öldü diye soruyor gülümseyerek. Biliyor çünkü ben sık sık böyle ağlayarak uyanır ve sen öldün anne/babam öldü anne/kardeşim öldü anne diyerek ağlardım. Hemen anlatamadım ağlamamı bastıramadığım için. Kendimi sıkmaktan vazgeçtim, çekinmeden ağladım bağıra bağıra. Sarıldı bana, geçti annem dedi, geçti... Babam da geldi yanımıza, kardeşim okulda olduğu için koşup, noldu ablacım diyip sarılamadı. Annem geçti diyordu, geçti.. Ama rüyamdaki her bir lanet olası ayrıntı aklımın her köşesine nüfus etmiş, bana işkence etmeye devam ediyordu. Aklımı yerinden oynatıyor, ruhumu öldürüyordu.

  Ağladım, ağladım... Sonra sakin olmaya çalışarak anlattım rüyamı. Aman be kızım, rüya işte dedi. Deli misin kızım bak benim bu yaşımda ne annem var başımda ne babam dedi, oh ne güzel işte 70'i görüyormuşuz daha ne istiyorsun dedi, aaaa ama baban benden sonra mı ölüyor, zaten 3 yaş büyük benden aşkolsun beni ondan önce öldürüverdin diyor, ah be kızım rüyalar gerçek olsaydı şimdi zengin olmuş villada oturuyorduk diyor, keşke rüyan gerçek olsa baksana taaa ne kadar daha yaşıcakmışız diyor. Dediği hiçbir şey teselli etmiyor beni. Kulağımda hala aynı tekdüze ses. Kaybettiniz.. Her aklıma geldiğinde gözlerimi dolduruyor. Hayat anlamsızlaşıyor. Ailemsiz hiçbir şeyin önemi olmadığını anlıyorum bir kez, bir kez daha. Hep aynı anda ölmeyi diliyorum onlarla, ölümlerini görmemeyi. Rüyadan sonra bu isteğim daha da güçleniyor. Ya da ölmeyi düşünüyorum, onları kaybettiğim anda peşlerinden gitmeyi.

  Yazarken 3 nokta bile koyamıyorum cümle sonlarına, sanki sonsuza kadar sürüp gidecekmiş, devam edecekmiş gibi geliyor o kötü düşünceler. Korkuyorum, aklımdan çıkmıyor hiçbir ayrıntı. Doluyor gözlerim hatırladığım anda. Absürdlüklerine alıştığım rüyalar gibi amaaaannn rüya işte deyip geçemiyorum. Nerden çıktığını anlayamıyorum. Görmemiş olmayı dilerdim. O ruhumu emen acıyı, yaşarken, yaşarlarken tatmamayı dilerdim. Aslında yaşamazlarken tatmayı hiç dilemiyorum zaten, ne diyorum ben böyle? Gerçekte o acıyı çekmemeyi diliyorum. Bencilim ben, onların acısını çekmektense, başkalarının arkamdan acı çekmesini isteyecek, buna göz yumacak kadar bencilim.

  Gitsin, nolur. Unutayım böyle bir rüyayı gördüğümü. Aklımdan, beynimden, kalbimden, ruhumdan, hala şiş gözlerimden, akmış makyajımdan gitsin her bir ayrıntı, unutayım hatırlamayayım bir daha..

15.10.11

Dönülmez geriye..



Helal olsun, aşkolsun
Gözlerimde yaşlar
Durmadım, dönülmez geriye...

13.10.11

Nothing at all

Whenever I see, it is actually always the same.
Every time, everytime, every fucking time...
And I hate it.
I am fed up with this thing.
I want it leave me, I beg it to leave me.
Sucking my blood inside my head.
But does ne'er care.
And I hate it.
Some other people exists, sometimes only one. Sometimes it is a lie.
Not sure.
Pissed off.
Fed up.
And I hate it.
Want it to give up.
I have nausea and I suppose it is because of this shit.
I am cold.
Could be a cure for this, next to me, maybe.
But it is impossible.
Even if it is possible indeed, it is not possible.
And I hate it.
Ne'er cares, never cares.
Don't wanna feel like that.
Beating, eating, sucking inside..
And I hate it.

"How passionately we love everything that cannot last; the dazzling crystallory of winter, the spring in bloom, the fragile flight of butterflies, crimson sunsets, a kiss and life..."

11.10.11

Kırmızı Başlıklı Post

  Çok pis benlik karmaşası yaşıyorum. Ev-okul-iş üçlüsü arasında Semih Saygıner'ın vurduğu bir bilardo topu misali gidip geliyorum. Bu hengame arasında yaşadığım birrrrbirinden ilginç, birbirinden eğlenceli.. şaka len şaka yok öyle birşey. İşte havadan sudan bişiler oluyo da yazmaya vakit bulamıyorum, nitekim ben ne zaman bi post yazmaya başlasam, o postu yayınladığımda aradan minimum 2 saat geçmiş oluyo, neden ve nasıl oluyo ben de anlamadım, evet.


  Neyse, beeeeen spora başladım! Eveeettt! Korkutucu bir hızla geoit şekline yaklaşmaya başlayan vücudumu bir an önce kontrol altına almam gerektiğine karar verdim ve bikaç arkadaşımın da gittiği bir spor salonuna kaydoldum. Ya aslında 38 bedenim yani o kadar da şişman değilim ama hocamın deyimiyle güzel ama orantısız bir vücudum varmış. Ben kendimi normal görüyorken spora başladıktan sonra obez gibi görmeye başladım. O yürüyüş bandının üzerindeyken kendime yandaki aynadan bi bakıyorum aman Allah'ım, sonra veriyorum gazı veriyorum gazı kendime. Hoca beslenme programı da verdi, du bakalım nereye kadar gidicek, nereye kadar götürebilecek bu spor işini şu en büyük özelliklerinden biri ayran gönüllülük olan Larien kulu? Ya bi de inat gibi şimdi diyet yapıyorum ya, normalde yemediğim içmediğim şeyleri çekiyo canım anasını satayım! Yiyorum ama doymuyorum gibi geliyo, hep ters psikoloji işte. Az yemem lazım ya, hayvan gibi acıkıyorum, aç geziyorum ortalarda. Ha bi de benim omurgam yamukmuş lan. Neyse onu da düzeltiriz dedi kaslı hocam.

  Geçen gün kuzenim geldi 2 gün bizde kaldı, bi değişiklik oldu. Benden 7 yaş küçük ama nedense çok iyi anlaşıyoruz. Bu benim onun yaşına inebildiğimden mi kaynaklanıyor onun benim yaşıma çıkabildiğinden mi bilemicem ama böyle iyiyiz yani kurcalamaya gerek yok. Böyle havdan sudan saçtan baştan filan bahsederken kendi saçını beğenmediğini, benimkini beğendiğini söyledi. Benim için de tam tersi. Koyundan farkı olmayan tiftik tiftik, şekle sokmanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğu saçlarımdansa, onun iri dalgalı ve ince telli saçları bana daha hoş gözüküyor. Nedendir bilmem de insan zaten hep kendinde olmayan şeyi ister. Aklı hep yapmadığı şeyde, gitmediği yerde kalır. Kendinde olan birşeyi başkasında görünce beğenir ama kendine yakıştıramaz. Elde etmediği çekici gelir. Ne garip yaşam formlarıyız hepimiz...

  Aklıma gelmişken, annem geçen gün http:// varya, ona hepatit dedi, gülmekten yarıldım. <3 Annem forever!


  Bir de 20'lik dişlerim çıkmaya çalışıyor ama çıkamıyor ve zaten yemek yemekte zorlanmama sebep olan içleri belediye çukurlarını anımsatan azı dişlerim yetmiyormuş gibi, yeni çıkan dişlerin acısıyla hepten yemek yemekte zorlanıyorum. Bi de bu 20'lik dişler çıkınca hemen çürüyolarmış. Madem çüriceksiniz niye çıkıyorsunuz arkadaşım, hayır yani adama çektiriyorsunuz bi de.



  Şimdi bir de havalar soğudu, tam sevdiğim mevsime girdik. Bugün şemsiyemi kıran şiddetli rüzgarı saymazsak havanın durumundan memnunum. Bizim insanımız da çok komik vesselam. Soğuk hava bi cee desin hemen giyiyorlar botları, çizmeleri. Geçen haftasonu işteyken amma çok ugg giyen kız gördüm. Bi de üstlerinde kısakollular altta botlar filan, komikti. Sabır azcık ya, zaten yakında iyice donacak bi taraflarımız o zaman giyersiniz. İlkbaharda da bi güneş çıkıyordu, okulun bahçesinde mini şortlu kızlar görülmeye başlıyordu. İlginç şu tarz olmaya çalışan kişiler. Ben böyle gelenin gidenin üstünü başını incelerken bir çifte gözüm takıldı. (Bu kız orda milleti süzmekten işini yapıyor mu acaba diye düşünme hiç, birsürü satışım var maşallah inşallah) Aslında çift derken öyle normal olanlarından değil. Kadın bildiğin erkek gibi, adam da tövbe yarabbim adam demeye bin şahit ister o kıvrak yürüyüşü, yay gibi kaşları ve ağzında yuvarlanan konuşmasıyla. Tamam saygılıyım, geniş düşünmeye çalışıyorum hatta gay arkadaşlarım da var ama böylesi de bir garip oluyor ya. Kadın erkek gibi yürüyo, konuşuyo falan, adam da tam tersi. İstekdışı olanları demiyorum da böyle özentilik sonucu olanlaraysa hoş bakamıyorum. Hoş olmuyo yani. Neyse.

  Şimdi efendim ben kendimde birşey farkettim. Benim kendime karşı acaip biçimde bir inançsızlığım, güvensizliğim var. Yani birşeyleri başarıyorum, yapıyorum ama, sanki bu seferki şansa olmuş da, bir dahaki denememde başaramıcam gibi geliyor. Mesela geçen dönem vizeden 80 almıştım herkesin düşük aldığı bir dersten, herkes beni tebrik ederken ben yüksek almanın sevincini yaşayacağıma, "lan finalde napıcam ben, kesin düşük alırım, nasıl alıcam yine bu kadar yüksek?" diye düşünerek hem o güzel anın içine sıçmıştım hem de kendime karşı bir inançsızlığımı körük körük körüklemiştim. Çok kötü birşey ama ya. Bu ay satışlarım iyi diyelim, hooop bu sefer de "ya bi sonraki ay nasıl yapıcam ben yüksek satış?" diyorum. Halbuki bu ay nasıl yapmışsan sonraki ay da yapıcan dimi ama? Bi kere, iki kere, üç kere yapabildiysen birşeyi, 4. veya 5.sinde de yapabilirsin dimii? Yapabilir dimi? Ama bana öyle gibi gelmiyor. Evet, rahatsızım kabul de, nasıl düzelecek bu?

  Bugünlerde adam gibi uyuyamıyorum. Kafasını yastığa koymaya iki saniye kala uyuyan ve gece boyunca saniye gözünü açmadan fosur fosur uyuyan bi insan olan ben, gecenin köründe uyanıp duruyorum. Bi de karışık kuruşuk rüyalar görüyorum, zihnim öyle yoruluyor ki geriliyorum filan belki de ondan uyanıyorum. Ya evi kötü adamlar basıyor, ya ateş açıyor birileri ya da kesin hırsız(lar) giriyor evin heryerine. Ben camları kapıları kitlemeye çalışıyorum ama ben birini kitliyorum hırsız diğerini açıyor. Böyle gerginlik ve korku içindeyken uyanıveriyorum sonra hemen uyuyorum sonra yine uyanıyorum falan. Bi de normal insanların vücudunun 4te 3'ü su iken benim vücudumun 4'te 3'ü vesveseden oluşuyor. Gece yatmadan önce annemin ve babamın iyice kapayıp kitlediklerini bildiğim kapıları ve camları 1671826181 kere kontrol edip öyle uyuyorum. Dün gece bile odamın camını son 5 dakika içinde iki kere kontrol etmiş olmama rağmen, yatmadan önce bir kez daha kontrol ettim. Şizofren miyim, manyak mıyım, nasıl bir insanım bilemedim.

Şimdilik bu kadar.
Kib öptm ok by.

4.10.11

Destiny rules.

"Yaptığınız bir şeye pişman olmak yapmadığınız bir şeye pişman olmaktan daha iyidir."

  Öyle midir gerçekten? Kime veya neye göre eğer öyleyse? Ve ben de çok takılıyorum şu zamanlarda kader olaylarına. İnsan kaderini kendi belirler derler bazen, yani benim verdiğim kararlar mı şekillendiriyor geleceğimi? O zaman kaderimi ben mi belirlemiş oluyorum? Ya da kaderimi ben belirliyorsam, yanlış birşey ya da doğru birşey, yaptığım şey benim kaderimdeki şey oluyorsa, aslında benim aynen bu şekilde davranacağım önceden yazılmış mıdır kaderime? Yani ben belirliyorum sanıp da, aslında hakkaten öyle olup da, belirleyeceğimiz yön de önceden mi belli oluyor o zaman kaderimizde? Daha da türetebilirim anlayamadıklarımı. Kısa(!) keseyim.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...