Pages

24.2.11

Rüyamda da Aref'le çıkıyordum zaten.

  Çocukluğumdan beri nedense "Doğaüstü bir gücün olsa, hangisini isterdin?" (anlatım bozukluğu var evet farkettim) gibi bir sorunun cevabını bulmaya çalışmışımdır hep. Cevabını, ummadığım zamanlarda, ummadığım kişilerden yediğim kazıklar sayesinde, hayalkırıklığına uğratıldıkça ve boş yere heveslendirildikçe buldum. Akıl okuyabilme gücünü isterdim. Hayır Aref'i görünce gelmedi aklıma. Eğer insanların akıllarından geçen şeyleri bilebilseydim, kime güvenip kime güvenmemem gerektiğini ve kime nasıl davranmam gerektiğini, kendimi kimlerden uzak tutmam gerektiğini bilirdim veee bu sayede, üzülüp, kırılmazdım, güvenim sarsılmaz, hayalkırıklığına uğramazdım. Evet, son zamanlarda yaşadıklarım sonucunda çocukluğumdan beri bir cevap bulamamış olmamdan dolayı obsesif bir şekilde taktığım sorunun cevabını buldum eveeeett. "Zihin okumaaağğk" kulağa ne de havalı geliyo lan. Hayat ne kolay olurdu öyle birşey olabilseydi.

  Ama sonra yine düşündüm (bkz. her dakka düşünecek birşey bulabilitesi yüksek olan ben), eğer bir ayrıcalık sahibi olmadan sadece bana değil de herkese birden bu güç verilseydi (cümlemden sanki öyle bir gücüm varmış gibi bir anlam çıkıyor gibi ama anladın sen onu blog) o zaman herşey karışırdı. Düşünsene, herkes birbirinin aklından geçeni, alnının ortasında slayt şeklinde kayan yazılar olarak okuduğunu. İnsanoğlu zaten ne zaman iyi şeyler düşünür ki? Herkes hemen başkalarının kusurlarını, hoşlanmadığı, onaylamadığı yanlarını geçirmez mi aklından? Sonradan ne kadar iyi bir insan olduğunu düşündüğümüz en yakın arkadaşımız için, ilk gördüğümüzde, "Ay ne ukala görünüyor" demedik mi? Ya da sonradan ne kadar dürüst olduğunu düşündüğümüz birini ilk gördüğümüzde "Anam tipe bak/Iy saç rengi ne iğrenç/Böğk bu ne biçim giyim tarzı/Ya bu da ne biçim ağzını şapırdata şapırdata yemek yiyor/Tipe bak havan batsın" filan demedik mi? Dedik! Bal gibi de dedik. Sen de dedin blog, inkar etme. Benim için de dedin biliyorum. Yani kısaca herkes yapıyor bunu. İnsan çünkü, nedense herşeyin önce hep olumsuz yönleri çarpıyor gözüne.

  Söylemek istediğim şey insanların diğerlerine bakış açısı filan değildi aslında. Yani akıl okuyabilmek gibi bir gücü olsaydı insanoğlunun, çevresinde kimse kalmazdı. Çünkü ister istemez en yakın arkadaşımız, sevgilimiz ya da babamız için bile bazen, sesli bi şekilde söyleyemeyeceğimiz en az 1 kötü şey geçer aklımızdan. Nedendir bilmem. Kimse itiraf edemese de, bu böyyleeee. Bi de bunlar alnımızın ortasında nal gibi yazıyor olsa, sıçmıştık. İnsanın oğlu ne ikiyüzlü hee. Ama istemeden oluyo abisi napsın. Herkes böyle olduğuna göre, doğal birşey olarak kabul edip, mazur görülebilir birşey olarak düşünebilirim. Evet, düşündüm. Demek ki, herkesin aklından geçen şeyleri olduğu gibi bilmek faydadan çok zarar getirebilitesine sahip birşey. Ama bu güç sadece bana verilse bi sorun olmaz hehe. Profeyşınıl davranabilirdim. Çünkü nedense (212871681.nedense demem) bazen insanların o an düşündükleri şeyleri tahmin edebiliyorum, ama çoğunlukla kimin içinin iyi kiminin kötü olduğunu ayırt edemiyorum. Herkesi kendim gibi saf sanmaya son gaz devam. Böyle giderse ben daha çok kazık yerim. Her fırsatta "Hakedene hakettiği gibi" dememe rağmen saflık boyutundaki iyi niyetimin kurbağası olmaktan vazgeçemiyorum. Neden? Çünkü salaksın kızım.

 Neyse, ama cevabımda hala kararlıyım; doğaüstü bir güce sahip olsaydım, akıl okuyabilmek isterdim. Önünden geçerken "ne gıcık kız" diyene, sensin gıcık, "ne güzel kız lan" diyene de teşekkür ederim bebeğim o senin güzelliğin demek ve suratındaki şaşkın ifadeyi izlemek çok keyifli olurdu kanımca. Ya da hiçbir zaman anlayamadığım şeylerin sebebini öğrenebilir, zamanın birinde bir sevgilim olursa da beni gerçekten sevip sevmediğini öğrenebilirdim, hıhı, çok güzel olurdu..
Ya da tüm bu zırvalıklarımı bir yana bırakıp, kendi kendime "Don't worry about what people think, they don't do it very often." sözünü armağan ediyorum.

 Yaşasın bloga link koymayı öğrendim; Pink - Family Portrait

19.2.11

I have unique(!) relatives!

  Dün akşam bi akrabamıza misafirliğe gittik. Efenime söliyim, oğluşları askerden izne geldiği için görelim dedik, gece 5'te uçağı varmış diye de sabaha kadar oturduk, babalar oğluşu havaalanına bırakıp geldiklerinde, biz kadınlar ve çocuklar bulduğumuz her bir yere serilmiş, uyuklama modundaydık. Eve döndüğümüzde saat 6'ydı. Eve girdikten yaklaşık 10.3 saniye sonra, mükemmel zekam sayesinde evden çıkmadan önce açmış olduğum yatağıma, hoplayıverdim. 10.5.saniyede horluyo olabilirdim.

  Özeti verdikten sonra, sıkıntıdan patlama anında düşündüklerim var sırada. Akrabağlarımızın benden 1 yaş büyük bir kızları var, bi görsen bir muhabbet, bir samimiyet, bir sıcaklık, Allah'ım zevkten dört köşe oldum(!) Yaşıt olcaz, kuzen olcaz, ikimiz de kız olucaz filan ama ettiğimiz laf toplamı 15'i filan geçmedi. Benim akrabalarım o derece bitanedir. Eşleri benzerleri olduğunu sanmıyorum yani. Nedense çok başarılı biriysen, mutlu bi ailen varsa, özellikle bi de zenginsen, havalı bi nişanlın filan varsa vs. vs. çekilemeyen biri olursun onların gözünde. Ha bir de muhabbet arasında, dıştan güldüğü sanılan bi surat ifadesiye laf sokuşturmalar vardır. Hayy. "Akraba akreptir." diye bi söz mü varmış? Kim demiş onu? Yalan caaağnım(!) Ha bi de sevgili yengem, benim zayıf noktam olduğunu mu düşünüyor bilemiyorum ama, etrafımdaki herkesin ne kadar zayıfladığımı söylediği günlerde bile, o beni ne zaman görse, "Aaaa kilo mu aldın sen??", "Yakışmış yakışmış, oh dolmuş heryerin.", "Yüzün gözün toparlamış." filan der. Sinir olmuyorum artık, bil bunu bebeğim tamam mı?

  Ha bir de dikkat ettim de, gidilen misafirliklerde kimsenin bakmaması, duymaması ve izlememesine rağmen o tv heeeepp açık durur. Onun sesi, tüm o muhabbetlerin arasından sivrilir, benim beynimin etini yer de yer.

  Bir de bizim bir aile büyüğümüz vardır, tvde bi yarışma programı gördüğünde, biri para kazandığı vakit, "Vuu Allah cezanı kaldırmiya, aldi paralaru pis gari" der, ya da geçen gün dediği gibi; "Kapa şu programu, paraları gördükçe kıskanıyrum." Yorum yoğğ. Artık yapacak bişey bulamayıp, son çare milletin muhabbetlerini dinlediğim sırada "Ben osuramıyorum yeaaa." diye bir cümle duydum sandım, Hönk?! falan oldum yaneeğ. Buna hiç yorum yoğ.

  Bi ara anneme yalvaran gözlerle bakarken, "Metin ol kızım, bu da geçecek" gibi bir ifade gördüm anneciğimin gözlerinde. Veeeee sonuç olaraaakk, evine gelen misafiri ağırlarken ne yapacağını şaşıran, neler ikram etsem diye düşünen, insanların canı sıkılmasın diye her türlü yaratıcılığını konuşturan, bir çekirdek ailenin büyük kızı olaraktan sıkıntıdan çatladım, patladım, hopladım, koptum, yarıldım. Küçük kızı da en akıllıcasını yapıp uyudu.
Yerim.

17.2.11

Daha ne olduğunu anlayamadan mimlenmişimmm!

İremcik beni mimlemiş. Mim konusu da; küçükken olmak istediğiniz çizgifilm kahramanı.


  Ben küçükken hep Winnie The Pooh'taki mevzu bahis ayıcık pofuduk Winnie olmak isterdim. Şişman ve erkek olmasına rağmen bayılırdım ona. Belki de arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı ormanın üzerimde yarattığı etkiden dolayıdır, büyülenmiş gibi izlerdim. Hem hayalini bile kurmuşumdur aynı o ormana benzeyen bir yerde bir dağ evimin olmasının. Dostluk ilişkileri de çok kuvvetliydi onların, hep biraraya gelip bal partisi filan veriyorlardı Tiger, Piglet, Iyor, Tavşan filan. Tavşan'ı çok sevmezdim. Orda gördüğüm altın sarısı balın da gerçek baldan farklı bi tadı olduğuna inanmışım hep. Bi de her gördüğümde yiyesim gelirdi Winnie'yi. Çoook tatlı değil mi ama ya hehe.

Şimdi ben de başkalarını mimlemek zorunda değilimdir heralde, hala çözemedim ahaha.

14.2.11

Bir 14 Şubat yorumu da benden gelsin


  Bugün Mevlid kandili, aynı zamanda sevgililer günü ve bir de okulların ikinci döneminin başlangıcı. Sevgilisi olmayan Allah'ın her kulu gibi "Lan ne gereksiz bi gün, böyle saçma şeylerle uğraşılır mı, birsürü ıvır-zıvır çekicez" gibi bi takım cümleler kurmuşluğum var, evet. Ama bi arkadaşımın tavsiyesiyle bugün Taksim'e uğramıcam, kimse de uğramasınmış, herkes bi köşe başında öpüşüyomuş filan. İğrenç. Git kimsenin görmediği yerde napıyosan yap, neyse.

   Birkaç tane sevgilim oldu şimdiye kadar ama hepsi birbirinden absürddü. Gariplikler mıknatısı gibi olmuşum şu sevgili olayında. Sevgililer gününü bu tiplerle yaşayamadım adam gibi.

  Ama bir tanesi vardı kii, hiç bir sevgiliyi onun yerine koyamadım, koyamam da. Her sevgililer gününde Bandırma'dan telefonla arardı beni, annemle konuştuktan sonra, sevgilimi ver telefona da onunla da konuşayım derdi. Alırdım telefonu heyecanla, "Ananeeee!" derdim mutlulukla, her ama her sevgililer gününde özellikle arardı beni, ilk göz ağrısıydım, ilk torundum ben. Sevgililer günü çok anlamlıydı o aradığı zamanlar, taa ki 2003 yılının Şubat'ının 14'üne kadar. Tam 8 yıldır aramıyor beni sevgililer gününde, belki cennetten konuşuyordur benimle, canım ananem benim, her sevgililer gününde gelir aklıma, yasin okurum kimi zaman ruhuna. Bugün bi de kandil, hem içimden onla konuşacağım, hem de dua edicem onun için. Beni sevdiğini iddia etmiş olan eski sevgililerimin hiçbiri beni onun gibi sevmedi. Hepsi güvenimi yıktı, kalbimi kırdı, inançlarımı zedeledi, filan falan.

  Geçen gün durakta bi teyze oturdu yanıma, elleri dikkatimi çekti, aynı ananeminkiler gibiydi. Bi tür hastalık sebebiyle, tombik ve benekli. Özledim ya. Çekmecelerini karıştırıp, şeker aradığım, ben ona küstüğümde "Darıldın mı cicim bana hiç bakmıyorsun bu yana, darıldıysan barışalım, kumru gibi koklaşalım" diye şarkı söylediği, kızdığında "densizzz!" ya da "şaşkın" diye bağrındığı, her geldiğinde kilolarca muz aldığı, her bayramda Bandırma'ya gittiğimiz günleri de özledim.


  Belki bir gün biri beni ananemin sevdiği kadar çok, safça, art niyetsiz ve gerçekten sever, pek sanmasam da umut etmekten vazgeçmiyorum, nedense. Belki o zaman sevgililer günü gerçekten anlamlı olabilir. Aslında sevgililerin her günü sevgililer günü gibi olmalı ya neyse, hediye almaya bahane bu da. Çiçekçi, oyuncak ayıcı, kuyumcu ve mağazaların favori günü.

 
Geçen gün dut yerken tam ağzıma götürdüğüm anda şeklini farkettiğim dut;



  Bugün aslında ananemle benim günümdü, çok da güzeldi.
 Sevgililer günün kutlu olsun yegane sevgilim, rahat uyu...

13.2.11

On yüz bin tane baloncuk

Ayy özlemişim yine blogceğizimi. Meşguliyetten mütevellit yazamadım baya bir süre. Çalışmak, hele de son 5 gündür çalıştığım gibi bir işte çalışmak accaip güzel. Saatlerce ayakta durmak, her bir yandan gelen soğuk hava dalgasına maruz kalarak ciğerlerim çıkarcasına öksürmek, annemin yaptığı zencefilli, limonlu, ballı, ıhlamurun boğazımı, midemi, bilimum heryerimi haşlaması, çitos ve meyve suyundan başka yiyecek bulamamak, binbir türlü manyak, arsız, deli, çatlak, şirin çoluk çocukla ve ebeveynleriyle uğraşmak, paravanlar arkasında çocuk sandalyeleri tepesinde yemek yemek, stand başında kimse yokken sevilen bir arkadaşla cinsel sağlık geyiği yapmak, öküz gibi yorulmak, iş bitiminde, alanı yağmalarcasına talan ederek, 3 yıllık meyve suyu ve çitos ihtiyacımızı temin etmek, alçakgönüllü ve Allah ne murası varsa versin denilesi supervizör ve megavizörlerle çalışmak, sevilen insanlarla birarada hem eğlenerek çalışmak, hem de para kazanmak, karizmatik babaları uzaktan uzağa kesip aramızda saatlerce muhabbetini yapmak (baba 4 forever), patlayan 12716328716 tane balon, açgözlülükten utanmayıp beni bile götürebilecek potansiyele sahip insanları atlatmak, bulunan 3-5 dakkalık fırsatta salona girip gösterinin herseferinde aynı yerine denk gelmek, fotoğrafçı abiyi canından bezdirerek kırkbin tane resim çektirmek, ufacık bi veletin gelip önüme ben görmüyormuşum sanarak karanfil bırakması, kör karanlıkta topkapı mezarlıklarının civarından tırsa tırsa yürüyerek deli minibüsçülerin Los Angeles'a gittiğini ileri sürdüğü minibüslerle eve dönmek, zaten üşengeçliğimin zirvesindeyken zar zor duşa girmek, üstüne bi de kulağıma su kaçması, ömrümün en uzun cümlesini kurduğumun farkında olamayıp bir yüklem bulamadan üç nokta koymam... Kısacası(!) herşey, herşeyiyle süperdi. Ahanda çektirdiğimiz 127812789 tane fotodan en renkli iki tanesi;


7.2.11

Apaçism

  "Apaçi", tarihte; Amerikan kızılderilileri içerisinde beyazlara en büyük direnişi gösteren, defalarca yakalanan ama her seferinde kaçmayı başaran Geronimo Apaçi, reislerin ve özgür Kızılderili savaşçılarını sonuncusu olarak geçer. Meksikalılar, apaçileri gördükleri yerde sorgusuz sualsiz öldürüyor, çocuklarını kaçırıp köle olarak kullanıyordu, buna karşılık da apaçiler sık sık Meksika'ya yağma baskınları düzenliyordu. Bu karşılıklı güç dengesi kuzeyden Avrupalıların yaklaşması ile değişmeye başladı. Beyazlar, apaçileri bütün kızılderililer arasında en vahşi ve en tehlikeli ulus olarak görüyordu. Ve bir apaçi atasözü der ki; "Düşmanımı cesur ve kuvvetli yap, eğer ölürsem utanç duymayayım."

  Ama günümüzde onlar heryerdeler. Benim tanımlamamla; Mutasyona uğramış bir halde, jöleyle farklı açılara soktukları saçları, sıradışı saç kesimleri, mükemmel giyim tarzları (çoğunlukla, altta mor eşofman altı, üstte yeşil sweat), çakma altın kolyeleri, bol cepli ve bellerinden düşerek biz masum insanlara korkunç manzaralar sergileyen pantolonları, aralarında kullandıkları dilleri, internet ortamında kullandıkları ve henüz kimsenin çözememiş olduğu, "choq sıkhıldım aq, choq cixsin beybi, sheqer kıs" örnekleri bulunan, Türkçe'nin katledildiği yazı karakterleri vee tabii ki kendilerine has danslarıyla topluma malesef ki entegre olmuş, asi doğalarıyla doğal ortamlarından uzak kalmış, abazadan bozma kişiliklerdir.

  Gerçek apaçilere (Apache), karşı bir hakaret bu! Adamların kemikleri sızlıyodur heralde haha.

İşte günümüz apaçileriyle ilgili birkaç tanımlama;

- Ayakta, boğazlı puma ,üstte çakma Diesel t-shirt, künye dışarda. Saçlara jöle ve limon karışımı ile doksan derece eğim verilmiş, bir eli ile Marlboro sigarasını çevirmekte, bol takılı diğer eli düşük bel imitasyon Levi's kotu düzeltmekle meşgul, marka özentiliği ve karakter yoksunluğunu aynı potada eritmiş, kız gördümü gözü denen, delikanlı ayakları ile metroseksüellik arasında git geller yaşayan, sosyal kimliğini belirleyememiş insanlara verilen lakap.

- Bunları genelde incelediğimizde eğitim seviyesi düşük, çalışma hayatına erken başlamış kişilerden oluştuklarını görmekteyiz. Bunlar Cuma gecesi nevizade ile Cumartesi gecesinin nevizadesi arasındaki farklardır. Cumartesi gecesi haftalıklarını alınca 10 tl akbil yükleyip, 20 tl de haftalık sigara masrafı için ayırırlar, geri kalanını Cumartesi gecesi yerler. Bunların barzo, maganda gibi türevleri de olsa apayrı gruplardır. Ayrı incelenmeleri gerekir.

- "Yeni başlayanlar için İstanbul" elkitabında muhakkak izoterm haritasının bulunması gereken, tehlikeli, bir o kadar da ilginç insan grubu.


- Türedikçe türeyen, bir türlü çoğalmalarının önü alınamayan ara geçiş formu canlılar. Kışın büyük şehirlerde, yazın da Bodrum, Çeşme, Marmaris gibi tatil yörelerinde görülürler. Asıldıklarında görmezden gelmek, taciz ettiklerinde "Allah yarattı" dememek en etkili çözümdür.

Zavallı gerçek apaçi;


Vee günümüz apaçilerinden sadece biri; "ÖLMEMİ LAZIM?" (Dikkat çekerim "ölmem mi" değil.)

5.2.11

Business filan..

Dün sabah 9 sularında demişim ki;

  Yine bir iş ortamı ve yine bir boş zaman. Çook hoş. Gece 3'te yatıp, sabah 5'te kalkmış olmanın getirdiği dayanılmaz hafiflikle(!) daha kargalar uyanmadan kendimi şiş gözlerle, mahmur mahmur aynaya bakarken buldum. Göz kalemiyle gözümü çıkarmamaya dikkat ederek, makyaj yaptım, çıktım (ha arada da giyindim tabi). Bir de baktım hava hala zifiri karanlık. Ödüm kopa kopa en işlek yerlerden gitmeye çalışarak, aslında hiçbiryeri de işlek olmayan boş sokaklarda donaraktan hızlı hızlı yakın dostum otobüs durağına gittim. Ama yani sabahın köründe de o kadar kalabalık mı olur kardeşim? Demek benim birgün için söylendiğim, şikayet ettiğim şeyleri, o kadar insan, hergün yapıyor. Şükretmek lazım, yesss.

  Conrad Hilton'dayım bugün. Otel muazzam, boğaz ayağının altında derler ya, ondan. İçi de saray yavrusu gibi mübarek. Hsbc bankasının ülke temsilcileriyle yaptığı toplantı var. Koordine, idare ve asiste (tam türkçesi gelmedi aklıma, kızdığım tickyyyler gibi oldu biraz ama) etmem için, her biri ayrı ülkeden, sarıklısı, sarışını, zencisi, hintlisiyle tam 16 kişi! Otele çok kolay ulaştım ve her zamanki gibi geç kalırım korkusuyla erkenden evden çıktığım için, yarım saat önceden vardım. Tam asansöre binecekken zenci bir adam beni gördü ve "Where is the beautiful lady going?" didi, ahanda dedim, tamam bu da kesin asılıcak. Nedense(!) otellerde, hep yapıyolar bunu. Türkiye'ye gelmişmiş, çok yalnızmış, arkadaş edinmek istiyormuş, beraber birşeyler içer miymişiz, ama neden olmazmış, iş bitimini de beklermiş, miş miş miş. Ay zor kurtuldum elin sapığından (dur daha ne sapıklarını anlatıcam, bunları yazdığım anda ertesi gün olacakları bilmediğimden tabi ki). Ay yollu sandı beni ya, mal herif. Şimdi bankacılarım toplantıdalar. Hepsi üst düze yönetici, 78 kere tembihlendim aman dikkat et, çok önemli adamlar hepsi diye. İnsanlar etraflarında ceketlerini ilikleyerek dolaşıyorlar. Eh statü, etiket, kılıf, isim, mertebe... Ne denirse artık bu "hıyar"arşiye.  Dıştan bakınca hepsi godaman, saygıda kusur olmamalı. Annem hep anlatır bana, eskiden çalıştığı yerde hep müdürlerin toplantılarını ayarlarken öğrenmiş; koca koca, herkesin önlerinde eğildiği adamlar, kimi zaman çocuk gibi oluyorlar diye. Hatta birkeresinde aralarında yılbaşı çekilişi yaparlarken, tartışmışlar, birbirlerine küsmüşler filan. Haha. Hayal ediyorum da kocaman iş adamları çocuk gibi birbirlerine küsmüşler, "-Ben çıktım. -Hayır sen bana çıktın." derken sinirleniyolar filan, ay çok komik. E onlar da insan ama sonuçta, insan olmalarının yanısıra erkekler, ki aslında erkekleri "insanlar"dan ayrı bir kategoride tutmayı yeğlicektim de neyyyyse. Zaten bayanlardan çok daha geç olgunlaşıyorlar, hatta olgunlaşmıyorlar. Davranışları ve kişiliği oturmuş erkek az gördüm ben şimdiye kadar mesela. Türlerinin tek örnekleri, ah bu base men beni feminist etti hea. Neyse, mesela ben etrafımda koşuşturan, çekinen, ne yapacağını, nasıl yapacağını, nasıl saygı göstereceğini şaşıran, efendim efendim diye konuşan insanlar varken rahatsız oluyorum. Daha doğrusu bunlara ben sebep oluyorum diye vicdan azabımsı birşey duyuyorum. Bazıları geldikleri yerle övünür, hem burunları hem de başka bi tarafları havalanır ya gıcık oluyorum. Ben nerde çalıştıysam, patronumla da muhabbet kurdum, iş arkadaşımla da, çaycıyla da, temizlikçiyle de. Hatta o salak hıyararşiye göre alt kısımlarda gözükenlere karşı daha bi saygı duyma ihtiyacı hissediyorum sanki. Sempati duyuyorum, empati kuruyorum. ... Ahanda tam da şimdi, sözlerimi doğrular gibi oldu; yarım saat servis elemanıyla muhabbet ettik haha. Bana "Dışardan bakınca, işinizi gerçekten isteyerek yaptığınız belli oluyor, çok da güleryüzlüsünüz." dediii, ehe. Memnun ve de mutlu oldum. Responsibility crushes diyordum, sorumluluk önemli ya (gecenin sonunca 5 yıl yaşlanmış hissediyodum "sorumluluk" şeysinin yükünden dolayı), takdir almak ve işimi tam yapıyor olmak, herhangi birşeyde sorumluluğunu bilerek, o şeyi layığıyla yapmak mutlu ediyo beni (kimi etmez ki zaten.).

  Şu anda saat 9.45 (nayn törtiy-ingiliz aksanıylan), 11'de çıkacaklar toplantıdan, ben onlara ara molalarda, öğlen yemeğinde ve akşam yemeğinde yardımcı olucam, bu yüzden onlar toplantıdayken yan odadayım. Yanodaya yanodaya yanodaya digiturk koysalar iyi olurmuş. Eh bolcana toplantı, yani geçirmek zorunda olduğum bolca zaman, bolca kağıdın ve kalem olduğu için ara ara yazarım sağa defter.

Aynı gün öğleden sonra demişim ki;

  Sanki aradan günler geçmiş gibi ama 4-5 saat olmuş anca. Of bu ayakkabılar beni öldürdü. Şööyle spor ayakkabı rahatlığında bir topuklu ayakkabı yok mudur yaa??? Teknoloji ilerlesin. Olips manyağı olucam sanırım, önümdeki şeker kasesinin yarısını yedim (camı değil, içindekileri), iyi ki de olips sevmem ha, bi de sevsem kaseyle beraber atıcaktım ağzıma heralde. İnsanlarla uğraşmak zor, hepsini birden memnun etmeye çalışmaksa zulüm gibi birşey. Başarıyorum sanki de, bakalım, içip de kafayı bulunca daha bir mutlu olurlar tahminimce.

  

Aynı günün gecesinin bir vaktisinde demişim ki;

  Akşam toplantılar bittiğinde zar zor hepsini toparlayıp restoranta gittik, otantik dekorasyonuyla ilginç ama hoş bir yerdi. Bizim kocaman, karizmatik, nüfuzlu, yüksek mevkiiili beyefendilerimiz bir içti, bir içti ki evlere şenlik. İçtikçe zıvanadan çıktılar. Yaptıklarını biri bana anlatsa inanmazdım. Ne brbirlerine sapıklık yapmadıkları kaldı, ne bağıra çağıra şarkı söylemedikleri. Hele öyle bir dans ettiler ki, izlerken gülmekten yerlere yattım desem yeridir. Anaammm bir de erkek dansöz vardı, hayret ettim, o nasıl kıvırtmaktı öyle! Sonra o karizmatik, havalı adamların yarısı bana asıldı ahaha, inatla dans ettirmeye çalıştılar. İçtikçe kudurdular ama onları izlemek bile çok eğlenceliydi. Gözümle görmesem bu kadar olabileceğini tahmin edemezdim sanırım. O hareketleri "o" adamlardan hiç beklemezdim, çok iyiydi ya. İçki adamı ne hale sokuyor, biri geldi fransız bi dansı öğretmeye çalıştı; "Biz kızları böyle tavlarız, sen de tav oldun mu?" diye sordu, biri geldi; "Gözlerin çok güzel, incredible." dedi, biri ellerimi alıp üfleyerek ısıtmaya çalıştı, hele en son babam yaşında, toplantının sahibi en en genel müdür zenci adam bana "I know you want me, you know I wantcha" diye şarkı söylemeye çalıştı.



  Ha bir de sanki Türkiye'ye gelme sebepleri, bani dans ettirmeye çalışmak. O kadar sarhoşun içinde, daha da sorumluluk hissettim ve sadece el çırpıp iki yana sallanaraktan "dansımı" sınırlandırmaya çalıştım. Ben bile kendime "Ağır ol da, molla desinler." dedim. Haha ben bu kadar ağırbaşlı davranabileceğimi beklemezdim kendimden. Bkz. her bahar şenliğinde kafayı bulmuşlar gibi danseder, bütün sınıfı arkamdan 1 ay konuşturan bir insanımdır. Neysem, artık iyice saçmalayıp kadınların peşlerinden gitmeye başlayınca, anca yarısın ı toplayıp otele getirdim, kimi sonra gelecekmiş, kimi önceden gitmiş falan felan. Aramam gerekenleri aradım, hallettim. Oldu da bitti maşallah. Çok şükür. Sorumluluk denen şey adamı erken yaşlandırır ben onu anladım. İçemediğim ve içimden geldiği gibi dansedemediğim halde acaip eğlendim ve geberisiceye yoruldum. Yorgunluktan kendi kendime kelime türetmeye başladım, geberisiceye diye bi sözcük vardır umarım. Eve geldiğimde saat 1 olmuştu. Yani tam 18 saat çalışmışım, mesaiye girdi bol bol hehe. Yine yoğun bir döneme girdim ve bu durumdan hiç de şikayetçi değilim. (ertesi gün eve dönmeye çabalarken yaşayacaklarından haberiz olan Zeynep) Yarın yine sabahın köründe kalkıp, Tüyap'a gidicem, fuarda çevirmenlik yapıcam 3 gün, sonra da roman bütü var, ne ara çalışıcam bilmiyorum ama Allah büyük. Sonraki 5 gün de Haliç Kongre Merkezi'ndeki "Ben 10" şeysinde çalışıcam bebelere balon dicem inşallah. Yakın bir arkadaşım da olacak, güzel olacak umuyorum. Yarın fuarda da arkadaşım olacak, ne hoş. Bu yoğunlukta şu an kağıda yazmakta olduğum yazıları ne zaman bloga geçiririm onu da Allah bilir. Yorgunluktan gebermek üzereyim, ayaklarım koptu, tabanları acıtan topuklu ayakkabılar ölsün. İngiliz aksanınıza kurban <3

03.02.11

  Nihayet günümüze döndüm. Ahaha çok da uzun sürmedi yazıları buraya geçirmem. Ey insan! Sen benim gibi, servis otobanda non-stop gittiği için, evinin önünden geçip, Taksim'e kadar gidip, sonra dondurucu soğukta bi saat otobüs bekleyip, Taksim'den tekrar eve dönmeye çalışıp, anca 2,5 saat sonra dönebilir misin? Ha? Söyle bana? Yorgunluğumun üstüne yorgunluk binmekte ve baya bi süre bindirmeye devam edicek de. Fuar endüstriyel zımbırtılarla ilgili çktı iyi mi, puf. Bi de sahipleri Hindistan'lı. (yukarda bi yerde hintli demişim de bulamadım şimdi düzeltmek için) Of bu adamlar ne kadr pis ya, ayakkabısını çıkarıp simsiyah olmuş beyaz çoraplarının üzerinden ovalayarak ayaklarını dinlendiren mi istersin, çöp kovasına periyodik aralıklarla tükürenini mi istersin, gelip de yakınlarda bana önereceğin kerane var mı diyenini mi. Sabah bi tanesi geldi, "Birlikte olabileceğim, zaman geçirebileceğim önerebileceğin bi bayan var mı?" dedi, ardından "I will pay your expenses." diyip ardından "Do you have a boyfriend?" diye sorması o ahlaksız teklifi bana yönlendiriyo hissini verdi, umarım yanlış anlamışımdır. Niye bu kadar çok asılıyolar bana yaa? Güzel miyim, yoksa yollu mu gözüküyorum? Hahaha, neyse. Genelleme yapmak istemiyorum ama şimdiye kadar gördüğüm Hindistan'lı adamlar hakkında hiç de iyi düşünmedim. Hijyen bakımından. Ama benim patronlarım iyi ya, öle işveren olunca kendin bi halt sanan bizim bazı insanlarımız gibi değiller, ayakta kaldım diye sürekli oturtmaya çalıştılar beni, bizimkiler olsa, otururken görse, "Kalk, kaytarma." der, yalan mı? Değil. Dün gece de aslında ayrı bir masana oturmam gerekirken, zorla yanlarına aldılar beni, ama nasıl mutlu oldum, canım sapıtık bankacılarım. Gel de deme şimdi "Ne varsa gevurda var." diye. Ah ama o fransızla ettiğimiz dans... Gelirken Paris'in romantizmi mi bulaşmış üstüne nedir :P

  Aman Allah'ım bugün bir de öğrendim ki, o Hint adamların kafalarındaki sarıkların içinde aslında, doğduklarından beri günah olduğuna inanarak kesmedikleri saçları varmışş!! Şok şok şok oldum. Sonra dikkat ettim de hakkaten, kafalarının tam üstünde metrelerce saçı dolayıp da bezin altına saklamış gibi bir çıkıntı var, ayyyy doğruymuşşş. Çok merak ettim, biriyle kanka olsak da, çıkarttırıp baksam haha. Başka bir şey daha öğrendim ki, bu insanlar insanın 5 duyu organına sahip hiç bi canlıdan üretilen mamul yemiyolar, sıkı vejetaryanlar yani. Ay valla bunu, öğle yemeğinde yediğim bol etli, köfteli hamburgeri yerken düşünmedim bile.

  Kim Tüyap'ın mimarına, "Git, taaaaa fizanı (anasının gözünü) bul, oraya bir fuar merkezi inşaa et." demiş çok merak ediyorum. Eve dönmeye çalışırken çektiklerimi bir Allah bilir, bir ben. İstanbul dışından geliyoruz sandım bir an, git git git git git bitmedi yol. 2 kere de OGS'den geçtik, hala anlayamadım orası neresiydi. Servis durmadan Taksim'e kadar gittiği için, o yorgunlukla kafamı koltuğa yaslamış tam ta önünden transit geçmekte olduğumuz evimizin sokağına bakarken içim gitti, o andan sonra tonla yol gittik, akşamın bi vakti, bi taraflarım donarak yarım saat otobüs bekleyip, tafiğe takılarak aheste aheste sadece ama sadece 2.5 saatte(!) evime varabildim. Hala ben nerdeyim, dünya nerde çözemedim. Vapura binmiş gibi iki yana sallanıyorum şimdi. Daha ne yoğun günler bekliyo beni. Bi yerlerde düşmezsem iyidir haha. İyi geceler sevgili günlük diyesim geldi bi an, amma günlükvari olmuş haha. Halihazırda, çocukken her daim tuttuğum günlüklerimde "Sevgili günlük, bugün sana yazacak hiçbişey bulamadım." diyip geçtiğim çok olmuştur. Hadi bağalım ilerleyen günlerde, tatile girmemizle birlikte dönüş yaptığım businessworld'de neler olacak?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...