Pages

27.9.11

Ortaya karışık

  Tamamen boş bir zihinle, ne yazacağını bilemeden parmaklarımı rastgele dolaştırıyoum sanki klavyenin üzerinde. Günler su gibi akıp geçiyor. Bitsin diye beklediğim 3 ayın sonuna geldim bile. Gün içinde bir sürü irili ufaklı düşünceler akıp geçiyor aklımdan. "Not alayım" diyorum, "bloga yazarım", ben not alana kadar müşteri geliyor. O müşterilerin de zaten 3'te biri mal, diğer birlik kısım mal ötesi, kalan 3'te birlik kısım normal sayılabilir gruba giriyor. Plazma tv'ye prizma diyenini mi istersin, ankastreye ankesör diyenini mi? Hatta geçen gün salak müşterinin biri, meraba hoşgeldiniz lafım üzerine "Biz dolaşıcaz sen işine bak" dedi. Biraz daha insani bi şekilde söyleyebilirdin aslında pis adam. Mal. Birlikte çalıştığım insanlar çok iyi, ortam güzel. Memnunum burda çalışmış olmaktan. Ama bitebilirsin de artık, 3 ay yeterliydi, sağol.

  İşe giderken müzik dinliyorum yolda kulaklığımla. Etrafta yani yakınlarda kimsenin olmadığı zamanlarda yüksek sesle şarkıyı söyleyerek yürüyorum. Çok ama çok keyif veriyo bana. Bi de 18 yaşımdayken çalışmaya başladığım zaman ilk maaşımla kendime o zamanın parasıyla baya bi gayme bayıldığım ve bozuk olduğunu sandığım mp4ümün 2 yıldan sonra sadece sarj kablosunun bozuk olduğunu fark edince önce şöyle O_o bi baktım sonra sevindim. Şimdi daha mutlu dinliyorum şarkılarımı. Ama çok sıkıldım lan hep aynı şarkıları dinlemekten :/ biri bana bişiler önersin, rock olabilir, metal olabilir hatta nu-metal olursa daha makbule geçer.

  Çok istediğim fotoğraf makineme de kavuştum nihayet. Eli açık, bonkör, gönlü ve de cüzdanı zengin patronumuza, bayramdan beri millete göstermek amacıyla boynumuza taktığımız fotoğraf makinesini bana ne kadara verebileceğini sorduğumda "al canım senin olsun" dedi. Yine bi kaldım mal gibi, hönk nasıl yeaağğnii ifadesinden sonra yüzüme pişmiş kellemsi ve henüz 32 tanesi tamamlanmamış dişlerimin tamamını meydana çıkaran bir gülümseme yayıldı. Milyon tane teşekkürden ve hayır duadan sonra filan kaptım makinamı eve geldim. Önde de ekranı var, açıyoruz, karşıdan tutup birbirinden mal pozlar verdiğimiz resimler çekiyoruz ailecenek. Patron sağolsun. Çok iyi adam ya hakkaten. Ramazanda kumanya, oğlu doğdu diye baklava, bayramda çikolata verdi, arada sırada da tanıtım için yollanan detarjanlardan dağıtıyo hepimize. Çok zengin ama yapsın tabi diyorum da, ne zenginler de var cebinde akrepler olan. Velhasılkelam cCc Patron reyiz cCc.

Ayrıca;
-Bugün temizlik yaptım, çok yoruldum, heryerim ağrıyo :(
-Tırnaklarım hep kırılıyo, bi de soyuluyo :(
-Saçlarıma hala şekil veremiyorum. Pis kuaför :(
-Havaalanından haber çıkmadı, umudu kestim :(
-Kredikartımın limiti doldu aysonu sendromu yaşıyorum :(
-Kilo aldım popom kocaman oldu küçültemiyorum :(
-Gıda fuarı oldu ben gidemedim, bedavaya yıllık gıda tedariğini kaçırdım :(
-Mal gibi işe gidip gelmekten hiçbir şeye vakit ayıramıyorum :(
-Aşık olmak istiyorum ama kimseye güvenmiyorum :(
-Metrolar bugünlerde hep rutubet kokuyor :(
-İzin günümün de sonuna geldim, yarın iş var :(

22.9.11

Singing in the rain ♪ ♫ ♪ ♫ ♪

  Bugün müşterinin tekine; "Bu Lcd tv 100.000/1 kontrast oranına sahip, 4 hdmi çıkışı var, usb üzerinden film oynatabiliyor, aynı zamanda da full hd..." filan falan derken bir gök gürledi ki yarebbim, adamın suratına baktım kaldım. Hayvan kadar Avm'nin içinden bile duyuldu o gök gürültüsü. Önce anlamadım ne olduğunu ondan yani şeyettim yoksa ben kim gök gürültüsünden korkmak kim? Peh! Şimdi efendime söyleyeyim onun da bir hikayesi var tabi kii.

  Benim yaratıcı, ileri görüşlü ve dahiyane fikirli annem, çocukların küçük yaştan itibaren birşeylere alıştırılması taraftarıdır. Taaa geçmişimden bir günde, ben daha hiçbi boktan anlamıyorken, göğün delinip deli gibi yağmur yağdığı bir gecede annem bana gök gürültüsünden korkmamam gerektiğini öğretmeye karar vermişti. Çocukluğumu hayal meyal zor hatırlayan ben, o günü dün gibi hatırlıyorum; (etraf buğulanır ve biz geçmişe gideriz...)

  Gecenin körü bir vakti idi ve deliler gibi yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmiş, gökyüzü delinen bağrının verdiği ızdırapla böğürüyordu. 90'lı yılların gelişmemiş elektrik tesisatı sebebiyle her yağmurda olduğu gibi elektrikler kesilmişti. 4-5 yaşlarında olmama rağmen hala bir beşiğim vardı odamda, neyse gereksiz ayrıntılara takılmayayım. Edebiyatçı kişiliğimi konuşturup odadaki duvar kağıdının deseninden feministlik öğeler bile çıkarabilirim bölümüm sağolsun, neyse. Beşiğimin baş ucunda da pencerem vardı. Annem beni aldı ve camdan baktırttı. İçimden dedim "Annecim? İyi misin bebeğim bu havada ne çıkarıyon beni gece gece camdan dışarı?" ama bir bildiği varmış tabi ki. Sokağın hafif yokuş yol taşlarının üzerinden tonla su sanki yarış pistindeki bir formula aracı gibi hızla ilerliyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Hiç ama hiç kimse yoktu yoldan geçen ve de çıt çıkmıyordu (tabi yağmurun sesini saymazsak afsdagfsdagda). Ben annemin güven veren kollarının altında dışarı bakarken, o başladı anlatmaya.

  Gökyüzünün eeenn üstlerinde bir yerlerde, kocaman kocaman bulutlar varmış. Bu bulutlar aynı şişman, tatlı, yaşlı amcalar gibiymiş. Çok kudretlilermiş. Ama gün geçmesin ki heeeep birbirleriyle tartışırlarmış. Ufak ufak şeylerden tartışmaya başlar, birbirlerine küserlermiş. Küsünce suratlarını karartırlarmış, her yer gri olurmuş. Sonra kendilerini tutamaz başlarlarmış tekrar tartışmaya. Hatta öyle bir olurmuş ki bu tartışmalar alevli kavgalara dönermiş ve birbirlerine bas bas bağrınırlarmış. Öyle bir gürlerlermiş ki birbirlerine, bu gürültü, yüzlerce metre aşağıda yaşayan biz insanlara kadar gelirmiş. O buna gürler, bu ona gürlerken iyice sinirlenip birbirlerine şimşeklerini fırlatırlarmış. O şimşeklerin de ışığı taa bize kadar gelirmiş yine. Onlar kavga edip birbirlerine gürleyip, şimşek attıkça çok komik gözükürmüş aşağıdaki insanlara. Hep böyle kavga eder eder sonra barışırlarmış, ama yine kavga etmeden duramazlarmış. Bu hep böyle sürer gidermiş.

  O gece annem bana bunları anlatırken, nasıl canlanmıştı gözümde tombik, devasa bulutlar, herbirinin yüzünde bir Zeus ifadesi, saçlar bukleli bukleli, birbirlerine bağırıyorlar, ellerinde şimşekler, birbirlerine savuruyorlar. Ciddiyetle dinledikten sonra kıkır kıkır gülmeye başlamıştım. Ve taa o günden beri ne zaman gök gürlese, şimşek çaksa, etrafımdakilerin çoğunun aksine korkmaz hatta büyük bir haz ve keyifle mümkünse camı açar sesi öyle dinlerim. Her şimşek çaktığında ve etraf saniyenin onda biri kadar bi sürede gündüz gibi aydınlandığında mest olur, deli gibi yeri döven yağmurun sesiyle kendimden geçerim. Yağmur damlalarının birbirlerini geçmeye çalışarak yere düşüşünü izler, etrafa yayılan o kokuyu ciğerlerime doldurur ve mutluluk sahoşu olurum adeta. Ne zaman hava kapansa, bulutlar grileşse, sanki bahar gelmiş güneş açmış gibi içime bir mutluluk dolar, yağmur yağmaya başladı mı cama yapışır, mümkünse kafamı uzatırım. Hatta daha da mümkünse dışarı çıkarım. O yağmur yüzüme, gözüme, saçlarıma yağar, beni donuma kadar sırıksıklam yapar ya, o an ben dünyanın en mutlu insanı olduğumu sanarım.

17.9.11

Bazen özlersin bir anda..

  Herkes geçmişinde bir döneme hasret duyar her zaman. Çoğu insan çocukluğuna dönmek ister mesela. Bense hep geleceğime umutla bakmak isterdim çocukluğumdan beri. Gelecek çok parlak gözükürdü hep bana, herşeyin daha güzel olacağına inanırdım. Hala öyle aslında, çoğu zaman umutsuz olsam da, kalbimin aklımın hep bir köşesinde geleceğe dair çok şey yüklediğim beklentilerim vardır. Geçmişime dönüp de bakmam pek. Takılıp kaldığım, tekrar tekrar gündeme getirdiğim şey çok olmuştur, çocukluğuma dönsem bazı bazı demişliğim de vardır ama acıyla, hüzünle bakmam geçmişime kimileri gibi. Teyzem geldi bugün bize. Bandırma'da oturuyor normalde, ananemin kız kardeşi. Yeni evimize ilk defa geldi. Ben işe gittiğimde geldi, sabahtan göremedim onu. Eve geldiğimde 4 kere öptü yanaklarımdan, sarıldım ben de ona sıkı sıkı. "Ee naptınız bakalım ben yokken?" dedim, anlattılar annemle. Yere oturdum onları dinlerken, bilgisayarı televizyona bağladık kocaman ekrandan resimlere falan baktık sonra o Zehra'nın izlemeye doyamadığımız, minicikken örümceklere bö böö dediği videoyu açtık teyzeme izletmek için. Teyzemin yazlığında çekilmişti o video. Sonra tekrar konuştuk, sohbet ettik filan.

  Bir anda çocukluğum geldi aklıma. Çocukluğumda bir dönem vardır, ne zaman hatırlasam, o günleri gözümün önüne getirsem nerden geldiğini anlayamadığım bir sıcaklık kaplar içimi, mutluluk verir. Ben küçükken ananemlerin Tatlısu'da yazlığı vardı. Denize sıfırdı, balkonu vardı ön tarafında benim odamdan büyük. Divan vardı kocaman, bir de masa vardı sandalyeleriyle birlikte. Her gün akşam yemeğinden sonra gece yarısına kadar orda otururduk. Yıldızlar, ay bambaşka olurdu o gecelerde. Denizeyse bakmaya doyamazdık. Ay ışığının vurduğu simsiyah deniz asillikle salınırdı sanki bir ileri, bir geri... Her gün denize inerdik, sonra eve gelirdik, akşam yemeği yer ve balkonda otururduk. Bu kadar. Ayrıntı hatırlamıyorum hiç. Birkaç arkadaşım vardı, arkadaki boş arazide oynardık hep. Bir keresinde kertenkele görmüştü kuzenim orda, çığlık çığlığa kaçışmıştık, en çok da ben, hem de görmememe rağmen. O balkonu çok severdim. 5. katta mıydı ne? Hatırlayamıyorum pek. Aşağı bakmaya korkardım ama, çalılıklar filan vardı kocaman, bir de top. Eskimiş, kirlenmiş, sanki yılardır ordaymış gibi bir hali vardı. Hep kaybettiğim topum olduğunu düşünürdüm onun, ama nasıl alacağımı bilmezdim. Evin yanında bir bakkal vardı, adını bilmediğim. Apartmandan nasıl çıkılıp oraya gidildiğini hatırlamıyorum. Bir gece kuzenimle paraları toplayıp kat kat tat almaya karar verdik annemlerden gizlice. O gidip hepimize alacaktı, ben de kapıda bekleyip, o geldiğinde kapıyı belirlediğimiz şifreli bir şekilde çalınca sessizce açacaktım. Çok heyecanlandım o gidince, kimseye haber vermemiştik. Ne kadar büyük bir olaydı bu bizim için! Sonra kapıyı tıklattı yavaşça, açtım, içeri gittik, "Bakııın biz ne aldık, hem de sizden gizli, süpriz" falan dedik.

  Dedem vardı o zamanlar. Buruş kırıştı yüzü. Her sabah sabahın köründe kalkar filtreli sigarasını yakar, dışarı çıkıp sıcacık ekmeklerle beraber aldığı gazetesini eline alıp okurdu. Çok severdi beni. Kapkara olurdum ben güneşten. Mobilya gibi kararırdım hem de. Beyaz bir geceliğim vardı, onu giymişim bir gün. Fotoğraf çektirmişiz, ben dedemin kucağında. Salondaki o eski koltukta. Bir de sehpa vardı, hatırlamıyorum şeklini, rengini. Üstünde hep bir fesleğen olurdu. Sallar sallar kaçardım, yaprakları dökülürdü çünkü. Kızarlardı bana, ama ben çok severdim o yaydığı kokuyu, her gördüğümde çaktırmadan sallar giderdim. Bir de camlarda sineklik vardı onu hatırlıyorum. Sinek öldürmeye bayılırdım. Heryerde çok sinek olurdu yazlıkta. Ölüleriyse daha fazla, karşılarına geçer incelerdim. Kanlı kanlı böyle. Küçüktüm o zaman, anlamazdım ki birçok şeyden. Şimdi bildiklerimin 10'da birini bile bilmezdim belki de. Bir gün ne olduğunu anlayamadan gözüm açıldı sanki. Çocukken bir perde varmış da o kalkmış gibi. Bilmeden, anlamadan yaşamışım çocukluğumda gibi. Hayal de kurmazdım pek çocukken. Yaşardım öylece. Ufak tefek dertlerim vardı kendimce çok önemli. Ben nasıl olduğunu anlamadan geçmiş gtmiş çocukluk günlerim. Geri gelsinler istemiyorum ama. Özlemle, hasretle bakmıyorum o günlerime.

  Bir de kışlık evleri vardı ananemle dedemin Bandırma'da. O zamanlar bu kadar çok site yoktu. Onların evi site içindeydi ve bana çok ilginç gelirdi hep, birbirinin aynı bir sürü ev yanyana. Birbirlerinin aynı olmalarına rağmen diğer binalar nasıl da yabancı gelirlerdi bana. İçlerinde tanımadığım bir sürü insan. Haberim olmayan bir sürü şey. Bilmediğim, bilmediğimin farkında da olmadığım bir sürü kavram. Upuzun koridoru vardı evlerinin. Arkada da bir oda. Geceleri nasıl korkardım o koridordan geçmeye. Arka oda, sitenin arkasındaki alabildiğine uzanan bomboş araziye bakardı. O arazideki topraklardaki çatlaklardan birinin arasına tasom sıkışmıştı. Çıkarabilmiş miydim acaba hatırlamıyorum. Bi de o arka odadaki divanlardan birinin altına kaçmıştı.

  Bandırma'ya giderdik her bayram, tatil. Dedem karşılardı bizi limanda. Ne de çok sevinirdi bizi görünce. Dedem öldükten, yazlık satıldıktan sonra yazları da Bandırma'ya gider olmuştuk. Denizotobüsüyle giderdik. Heyecandan uyuyamazdım bir gece öncesinden her seferinde. Sabah 5'te filan kalkardık, hep sabahtan olurdu çünkü yolculuğumuz. Denize bakardım yol boyunca, ne de güzel engindi, göz alabildiğince uzanıyordu, ondan başka şey gözükmüyordu ufukta. Çok mutlu olurdum. Ananem hastalandı, yataktan kalkamaz oldu. Sonra bir gün, hatırlamıyorum nasıldı, yani hiç hatırlamıyorum, ne hissetmiştim, nasıl haber almıştık. Ananem ölmüştü. Bandırma'daki evi sattılar, eşyaların hepsini dayım aldı. Bi tane demir bişey vardı, gazetelik gibi birşey. Onu istemiştim ben, getirmişlerdi bana. Sonra zamanla gitmez olduk Bandırma'ya, daha doğrusu gidemez. Ara ara gittiğimizdeyse karışık duygular eşliğinde bir yabancılık sunar oldu bana.

  Teyzemin mavi gözlerine bakınca flashback gibi geldi tüm bunlar gözümün önüne. Doldu gözlerim sanki saniyeliğine. Ananemle dedem de olsaydı, bize gelselerdi kalmaya diye istedim. Yanımızda olsalardı, destek olsalardı sıkıntılı anlarımızda. Ananemin tombiş yanaklarından öpseydim. Dedemle neler yaptığımızı hatılamıyorum çok. Ama neyden hoşlanıyorsak onu yapsaydık onla da. Geçmişte yaşamıyorum ama bazen yaşadığım ana getirmek istiyorum bazı dönemlerini geçmişimin. Olmaz ama biliyorum. Kardeşim ikisini de göremedi, onunki daha kötü. Böyle karışık bir şeyler. Üzgün değilim aslında ama, sanki sinirliyim biraz. Ama hiçbir şeye de sinirlenmedim halbuki. Klasik ikizler burcu dengesizliği sendromu.

 Bak işte, o güzel bahçelerden birinde, anenemin kucağındayım ben, herşeyden habersiz, yaşadığının bile farkında değilken.

11.9.11

Meraba

Meraba ben mal mal işe gidip mal mal eve dönen, bunu hergün amaçsızca tekrarlayıp bloguna yazacak iki satır değişik bişey bulamayan kızım.

Ha bişey buldum ama bulmaz olaydım, kuaföre gittim güzelim saçlarımın üstünü kat atma adı altında erkek gibi kısacık kesti lan iğrenç oldu :'(
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...