Pages

29.9.12

Ben geldim la.

  Tam 6176271 ay sonra bi yazayım bloguma, terkedilmiş çöllere dönmüş derken bi girdim baktım, nolmuş lan bu kontrol paneline? Götüme benzemiş :( Hiç sevmem ben değişiklikleri. Alıştığım bi şeyi değiştirdikleri zaman, nadiren beğenirim, çoğunlukla da alıştığım düzen gittiği için böyle bir içerlerim, hüzünlenirim.

  Başlangıç yakınmamı da tamamladığıma göre, konuşmaya başlayabilirim. Efendime söyliyim çok şükür bitince çok üzüleceğimi, kendimi nerelerden nerelere atacağımı bilemeyeceğimi sandığım, arkasından karalar bağlayacağımı düşündüğüm okulum biteli 3,5 ay oldu ve ben sandığım o ruh haline düşmedim. Ben de anlamadım noldu bana. Off dememeye, kötü şeyler yerine iyi şeyler düşünmeye, gelecek hakkında umut etmeye falan başladım. Baktım, ateşim yok. Aman nazar değmesin diye de araya sıkıştırmak istiyorum.

  Bu akıllı telefonlar beni yoldan çıkardı azizim. İnternete ordan her dakka bakınca, laptopu açma ihtiyacı duymamaya ve dolayısıyla blog yazmamaya başladım. Blog yazamamamamama bi etken de Twitter illeti. Bi denemeyle bi şey olmaz demeyin, tek seferde bağımlılık yapıyo, pençesinden kurtulamıyorsunuz. Yani velhasıl kelam orda yaza yaza blogumu Twitter'ımla aldattım. Sor bana pişman mıyım? Bilemiyom valla.


  Saçmalama evresini de atlattığıma göre, havadislere geçebilirim. Her Aksaray metrosuna bindiğimde gözlerimi son durağın isminden ayıramadığım, her uçak gördüğümde gözlerimi ayıramadığım, gökyüzüne bakıp bakıp içinde kaybolduğum, sürekli yurtdışına çıkanları kıskandığım, uçmak için yanıp tutuştuğum havacılık sektörüne bodozlama dalmayı başardım. Hemi de anlamadan oldu. Okul bitmesine yakın havaalanında çalışan dayım  bana bi iş ayarlamaya çalışmıştı, tam olacak gibiyken ben acaip heveslenmiş beklerken olmayınca bütün hevesim kırılmış, seveceğim bir iş bulma ümitlerime küsmüşkene, salak eski sevgililerimden birinin bahsettiği bi arkadaşının yardımı ile bir havaalanı şirketine iş başvurusunda bulundum. Ama bende bi havalar bi havalar, başvuru umrumda değil aman olsa nolcak olmasa nolcak, şöyle sallıyım böyle sallıyım, istediğim maaşa yüksek yazayıp deyip de siktiriboktan doldurduğum başvuru formuna anında cevap geldi. Çok uğraşırsın olmaz, öylesine yaparsın olur hesabı, Murphy kanunları was here. Neyse, haldır huldur sınava girdim. Anam o ne sınav, 3 saat mi ne sürdü, yok dikkat testi yok İngilizce yeterlilik testi, yok genel kültür falan çöz çöz bitmedi. İngilizceyle, dikkat testlerindeki başarımı vurgulamak suretiyle, genel kültürden sıçtığım gerçeğini saklamak için herkese İngilizceden nasıl full çektiğimi falan anlattım tabi. Sınavları geçtim geçmesine de. Arayan soran yok anasını satayım. Bekle bekle bekle yok. Sonra ben aradım, sınavları başarıyla geçtiniz, mülakata çağırılacaklar listesinde de adınız bulunuyo dediler, ne arayan var ne mülakata çağıran. Derken bilmem kaç hafta sonra, zaten sıkıntıdan patlamak üzereyken, avmdeki işimden kurtulmayı beklemekten bıkmışken arayıp mülakata çağırdılar. Sonra bi de mülakat sonucunu bekledik tabi. O belli oldu haydaa şimdi de eğitim zamanını bekle derken ebem şeyoldu. Yazın yarısını ve en yoğun dönemini de yine ebemim şeyolduğu avmde çalışarak geçirmiş oldum. Geç oldu ama güzel oldu hesabı Ağustos'ta eğitime başladık. Aynı "sbs geçsin rahatım, şu öss geçsin rahatım, şu finaller geçsin rahatım, bi iş bulayım rahatım, çocuklar bi büyüsün rahatım" hesabı, şu yeterlilik sınavları bi geçsin-şu mülakat bi geçsin-şu eğitime bi başlayım derken tekrar ebemle karşılaştım. 12 günlük eğitimde yaklaşık 20 sınava girip geçmemiz yetmemiş gibi bir de final sınavına girdik. Jeopolitik sınavı sayesinde yerlerde sürünen genel kültürümde patlama yarattım ve Mogadishu'nun nerenin başkenti olduğundan tut, Lichtenstein'ın nasıl söylenip nerde olduğuna kadar bisssürü şey öğrendim. Başkent bilmede rakip tanımıyorum arkadaş. Ayrıca.. Öhöm öhöm, sınıfın en başarılısı olmanın yanında, şirketin şimdiye kadarki bütün eğitim gruplarındaki neredeyse en yüksek puanı alarak egoma ego katmış kendimi havaların üzerinde uçaksız uçarken buldum.

  Bizim grup da çok iyi, fıştık gibi arkadaşlarım oldu. Bak. 


  Accık accık resimlerimi koydum. Şu gözlerini kapatıp kendini saklayan benim işte ehe. Erkekler çok eğlenceli, şimdilerde biraz sapıttılar ama idare ediyoz. Arada çibanlar çıktı tabi de neyse. Başta yakın olup sonradan bi haller olup da mesafe koyup fesatlananlar da oldu da neyyyse. Kıçımın kenarları. Huh. Sonra işte öyle böyle derkeennn fularımı taktım, "gideceğim tek yer havaalanııııııı" diyerek yeni işimin yolunu tuttum. Bi de gece shiftleri var ki tadından yenmeyo. Yani çok olunca da uyku düzeninin içine ediyomuşsun, afallıyomuşsun falan ama böyle arada oldu mu, izin günlerim dışında bütün gün bana kalıyo ya o güzel oluyo. Öyle yani, maşallah de blog. Şimdilik mutluyum işten çok şükür Allah'ım. Bak dur şu Twitter'da favorilere aldığım bi sözü yazayım. "1 saat mutluluk için, uyu. 1 gün için, balığa çık. 1 ay için, tatil yap. 1yıl için, evlen. 1 ömür için, sevdiğin işi yap." demiş bir Çin atasözü. Ah ne doğru...

  Tabi okulun bitmesi ve ardından avmde full time'a geçmemle sporu da bıraktıydım. 3,5 ayın üzerine yeni başladım tekrardan. İlk günün sonrası ağrıdan, kramptan öldüm öldüm dirildim, yere bi şey düşürünce almak ölüm gibiydi de geçti şimdi Allah'tan.

  Hmm başkaa.. Heh. HALA SEVGİLİM YOK AMK. Böyle de şu küfürü ilk defa kullanmış oldum. Resmen ilk defa yani. Aaaaaa ama geldiler yani. Nerde lan bu doğru insan? Nerdesin olum? Kim bilir nerde, ne haltlar yiyosun lan? Çok pis yaparım bak, adam ol, tövbe et, doğru yolu bul ve çabuk gel lütfen. Kibritcime de çabuk gelsin, yerim lan kıyamam ona da gelsin, bööyle toplu mutluluk yaşayalım.

  Başkaaaa.. Hmm.. Gelmedi aklıma başka bi şey. Zaten son yazdığımdan beri bi tek iş durumlarıylan meşgul idim. Bi de Gangnam Style diye bişi varmış, ben bi akım falan sandıydım herkes konuşunca, meğer şarkı adıymış. Dün izledim ve öğrendim. Çok eğlenceli la. Hee bi de o kocaman akvaryum var ya Forum İstanbul'daki, oraya gittik çok güzeldi, harikaydı, şahaneydi. Bak.

  Ayy öyle yani blog. Benden bu kadar şimdilik. Dua et de bol bol yazasım gelsin, üşenmeyeyim de yazayım sana hep. Dur yayınlamadan şu aralara birazcık foto sıkıştırayım.
Hadi öptüm cnm, sçs, aeo, kib, bye.

13.7.12

Şaşırmama şaşırmalı aslında



  Okul bitişi 3 hafta, bütün yakın arkadaşlarının toplaşıp pikniğe gitmesi ve "senin çalıştığını ve gelemeyeceğini bildiğimiz için haber vermedik" demesinin getirdiği iç acısı paha biçilemez. Bi haber vermeye bile gerek görülmemeyi hakedecek ne yapmış olabilirim çok merak ediyorum. Bu kadar değerim varmış demek. Bak ne güzel oldu öğrendiğim. "Hiç kopmiycağz kiiğ, hep görüşceğz kiğğ, biz çok iyi arkadaşız hep öyle kalcağğz kiğğ", hı hı evet bence de öyle kalıcaz.

  Hayır öyle boktan bi his içindeyim ki, yazacak cümle bulamıyorum. Kırıldım, bozuldum, resmen hayalkırıklığına uğradım. Hele de hiç ama hiç beklemediğin, 4 koca yıl yediğin içtiğin ayrı gitmeyen insanlardan  görünce bu davranışı her birinden tek tek, hiç hoş olmuyormuş. Aslında alışmış olmam lazım. Evet salağım ben, hala alışamadım sevdiğim, güvendiğim insanlardan  beklemediğim davranışlar gördüğümde şaşırmamaya.

  Neyse daha fazla saçmalamayayım da işe gideyim ben. Evet işe gideyim. Çalışayım ben, ne de olsa çağırılsam da hiç bi yere gidemem, çünkü ben çalışmak için doğmuşum. Dimi ama, niye haksızlık ediyorum şimdi "en yakın" arkadaşlarıma? Ben çalışayım evet işe gideyim, işim tek amacım zaten, başka şeylere ne gerek var ki dimi? Evet evet işe gideyim ben.

İçimdeki mimli ses

  Biricit'im beni 3 milyon ışık yılı önce mimlemiş idi. Ben de nankör ve yüzsüz bir blog arkadaşı olarak hiç utanmadan neredeyse aylar sonra yazıyorum mimi. Mimin konusu, iç sesimizin ne dediğiymiş. Yani sanırım, anladığım kadarıylan, iç sesim bana neler söylüyor, fısıldıyor, bağırıyor, çağırıyor falan onları yazıcam evet. Biricit'ime teşekkürlerimi sunarak yazmaya başlıyorum efenim.

  Öncelik ilen şunu belirtmek isterim ki, benim iç sesimin çoğunluğunu takıntılarım, korkularım ve sinirlerim oluşturuyor. Son iki yıla bakarsam, psikolojim baya bi deformasyona uğramış olsa gerek ki, olumlu düşünen Larien'i ayda yılda bir görüyorum ve bu durumun tersine dönmesini en acilinden istiyorum. Neyse.

  Şimdi benim cici iç sesim genelde bana der ki, "yatmadan önce zaten kapattığın ve 2 kez kontrol ettiğinden emin olduğun camları, kapıları, ocakları falan git git bi daha kontrol et, kapalı ama olsun sen git bak bi daha, malsın ya 2718726187 kerede kapalı olduklarını anca anlıyosun" diyo.

  Sonra efendime söyliyim, birileri beni kızdırınca ki bu şu sıralar pek bi sık oluyor, "şeytan değil ben diyorum git bi çarp şunun ağzına iki tane, görsün gününü yavşak" diyor. Çoğunla aralara da küfür sıkıştırıyor terbiyesiz.

  Ama en çok da "sakın yalan söyleme" diyo. Şeyyy bazen dinlemiyorum onu. Ama dinliyorum demek ki, ki bak yalan söylemedim. Bazen yalan söylediğim gerçeğini söyledim. Yalan söylediğimi söylemesem yalancı olurdum. Demek ki değilim ahaha. 3x7y<5z8*9=8{345f} denklemindeki x'i buldunuz, tebrikler.

  Ha bi de en çok söylediği şeylerden biri; "x kişisi senden bi şey istedi sen de yapmadın ya, bak o önüne çıkıcak, senin de istediğini yapmıcaklar" veya "sen şimdi onun istediğini yapmadın ya yazık lan ne kadar üzülmüştür belki de, nolur yapsan eline mi yapışırdı miskin seni"dir.

  Galiba benim iç sesim beni habire rahatsız ediyo, öldürsem mi napsam la?

  Bazen sinir olsam da, kendimi enayi yerine koyulmuş gibi hissetsem de, yine de, dinliyorum onu. Çünkü çoğunlukla bana "salak kızım boşver olsun sen yine de iyilik yap denize at, olsun onlar seni düşünmedi sen yine de onları düşün, onlar olsaydı yapmazlardı ama olsun sen yine de yap, büyüklük sen de kalsın" tarzı şeyler söylüyor. Ve ben de bunlara karşı kayıtsız kalmadığım için, genelde karşılık bulamadığımdan dolayı sinirlensem de hep iyi olmaya çalışıyorum karşımdakilere. Fedakar, iyi niyetli, anlayışlı, düşünceli davranışlarımın hepsi bu iç sesimin bok yemeleri. Ama sanırım o iç sesimi dinleyerek en iyisini yapıyorum. Onu dinleyerek daha insan oluyorum. Karşılığını göremesem de ben iyi oluyorum ki insan olayım, insanlığa yakışır bir canlı olayım. "Ben yapayım da Allah görüyo zaten" diye diye giderken, elbet bir gün mükafatını göreceğime inanıyorum. Farkında olmasam da çoğunlukla görüyorum da zaten. Neyse, uzun lafın kısası, kızsanız da ona, dinleyin o keratayı (iç sesinizi), çoğunlukla "keşke" yerine "iyi ki" dedirtebiliyor size.

  Evet sosyal mesajımı da verdiğime göre, terden popomu pişiren koltuktan da kalkabilirim artık. 

9.7.12

Terden şortum kıçıma yapıştı

  Başlıktaki gibi amaçsızım bu aralar. Twitter'a sardım saralı blogu boşlar oldum iyice. Zaten depresyonun eşiğinde miyim, içinde miyim anlamadım ama yazasım gelmiyo, gelse de laptop bacaklarımı yaktığı için içimden gelmiyo ben de kısa kısa yazdığım şeylerle blogumu Twitter'la aldatıyorum :(

  Ohoooo neler olmuş neler. Yazmadığım 1267162726 ayda, okulu bitirdim, bütün sınavlarım iyi geçti, kepimi attım, baloda günahkar günahkar danslar ettim, sonra iş yerinde full-time'a geçtim ve de iş arayışına başladım. Tabi hiç de kolay değil bu süreç, bi yere başvurdum da bakalım ne sonuç çıkacak. Hala ne istediğini bile tam olarak bilemeyen bi insan olarak çevremdekilerin alay konusu olmuş durumdayım. Ve bu kadar şeyin arasında evet hala bi sevgilim yok. Artık aramıyorum da zaten, ihtiyaç bile duymuyorum. Sanırım evde kalmayı kabullendim, kız kurusu olup çüricem. Kariyer yapıcam ama çocuk yapıcak adam bulamayabilirim :(

  Neyse, yazmaya karşı isteksizliğime boyun eğen mis gibi duygu yüklü bir post yazdıydım okulun bitmesiyle alakalı. Daha 3-5 ay öncesinden okul biteceği için hüzünlenmeye ve karalar bağlamaya başladığımdan mütevellittir ki sanırım okul bittiğinde hiç de üzülmedim. İşte üzülmeye başladığım o zamanlarda okulda geçirdiğim güzel günleri, biteceği gerçeğinden duyduğum üzüntüyü falanı filanı anlatan o post hala taslaklarda duruyor. Güya okulun biteceği zaman o duygu seli içerisinde edebiyat parçalayıp hem buraya hem Facebook'a yazacaktım. Ama gel gör ki bir şeyler yapma isteğim ve hevesim Kaf dağının tepesine kaçtı ve gelmiyo da. İnşallah sudan bir türlü gelemeyen eşek gibi olmaz. Belki bi gün yayınlarım o yazıyı. Kendimi affettirmek için hadi bi resim koyayım mezuniyetten ama hangisinin ben olduğumu söylemicem işte ehueheuh. İpucu; oturuyom yerde.


  Bir de bok gibi bi sıcak var anasını satayım. Zaten amele gibi fazla fazla, bol bol çalışıyorum günde 13 saat bazen 12 saat falan, dolayısıyla sevdiğim bir kızancığımın dediği gibi "Tatil hayal olmaktan öte. Ütopik.", ahanda aynen öyle. Millet Bodrum'a Marmaris'e Kemer'e gidiyor oysa bizim evin Bodrum'u bile yok. Haftasonu eşşekötesibir performansla çalışmaktan da yoruldum artık adam gibi bi iş istiyorum lan. Ha bi de hiç bahsetmemişim burda ama şu eziklik meselesine takmış durumdayım. Satış danışmanıyım ya ben şimdi bi Avm'de, böyle kendini bi bok sanan kasıntı mallar geliyo gerek senin yüzüne bakmadan konuşmalarla, hoşgeldin lafına vermedikleri cevaplarla, burunları düşmesin diye havada tuttukları kopasıca başlarıyla sana kendini bir ezik, bir loser efendime söyleyeyim bir gariban gibi hissettiyorlar ya heh işte ben o hissiyatın ve sebep olanlarının ta bi tarafına tekme atayım yani. Hayır yani okul okumuşum o kadar, edebiyat okumuşum, kuram okumuşum, felsefe okumuşum etmişim, o hıyartodan daha fazla entellektüeliteye sahip olduğuma dair en ufak bir kuşkum yok, gelmiş bana ezik muamelesi yapıyor. Hep bu etiket yüzünden işte. İnsanların hem popoları hem burunları kalkmış arkadaş, kendilerini bir bok, bu tip yerlerde çalışan insanları da, sanki varoluşlarının tek sebebi orda çalışıp onlara hizmet etmekmiş sanmaları beni deli ediyor, sinir ediyor, kıl ediyor. Ha bi de böyle birbirinden mal, birbirinden gerizekalı müşterilerle uğraşırken kraldan çok kralcı, burnu havada, her an laf sokmaya meraklı, başkaları yapınca kızdığı şeyleri kendisi yapan iş arkadaşlarıyla da uğraşıyoruz anasını satayım. Neyse bu konuyu çok açmak istemiyorum çünkü sinirlerim zıplıyo. Zaten kıl müşterilere sinir oldum yine anlatırken bi de ona sinir olamıycam şimdi.

  Böyleyken böyle yani. Böyle böyle egom yerlerde sürünürken, ezikliğin dibinde gibi hissedeken, okulu bitirdikten sonra başlayacağım ilk işimde statü sahibi olabileceğim, başkalarının bana ve işime artık saygı duyacağı bir pozisyon istiyorum. Çok şey mi istiyorum blog? :( Burdan tüm arayanlara belalarını değil mevlalarını derlerdi sanırım heh işte ondan bulamalarını diliyorum. Seni bu kadar ihmal etmicem bi daha blogcum. İnşallah yani. Şeyy belki de ederim. O zaman şimdiden pardon bebeğim, öptüm.

20.6.12

Ooh La La Mimi

  Bundan 75 milyon yıl önce sevgili Biricit'im beni mimlemiş idi. Ben de iş dünyasının koşturmacasında kaybolan, kendini unutan bir insan olarak bu mimi anca şimdi yazabiliyorum. Kendisine çok çok teşekkür ediyor, mimin konusu olan, bana Ooh La La dedirten şeyleri resimleriyle birlikte yazmaya başlıyorum.

Bana Ooh La La dedirten şeylerin ennn başında ailemle geçirdiğim zamanlar geliyor. Her şey onlarla daha güzel. I love my family!



  Sonra, güzel güzel yemekler, efendime söyleyeyim bir makarna beni pek bi mutlu eder. Makarnaaaa, Ooh La La! Hatta bazen makarna yerken şu aşağıdaki bebecik gibi bile olabiliyorum. Makarna yediğim anlardan birinde burnuma makarna sokmayı becerebilmiş biri olarak şu şekilde makarna yemem çok şaşırtıcı olmaz heralde.





Hayatım boyunca en büyük hayallerimden biri hep yurtdışına çıkmak olmuştur. Avrupa, Amerika, Uzak Doğu, Dünya'nın her ama her yerini gezip görmek istemişimdir. Seyahat etmek çok hoşuma gider. Özellikle yurtdışına olanından. Hatta yurtdışına çıkmak öyle bir tutku haline geldi ki bende, ne zaman havaalanına gitsem böyle içimi bi huzur kaplar falan. Neyse öyle yani. Gezmeyi severim, gezerken de Ooh La La derimmmm...







Kulaklığı kulaklarıyla bütünleşmiş olan ben için, bir Ooh La La da, müzik dinlemek için geliyooorrr.



Kitap okurken heyecanlı yerlerde çarpıntı geçirip, kendi kendime gülüp, bağırıp çağırıp, konuşan biri olarak bir Ooh La La da kitap okumaya gelsin, unutmamak lazım. Hatta ve hatta kitap okumak bir yaşam biçimidir falan.



Eh tabi aşk olmadan nasıl Ooh La La dersin değ mi değ mi?



Şimdi bir tatile çıkabilseydim. Sıcak kumların üzerinde malak gibi güneşlenirken koşup da kendimi kızgın kumlardan serin sulara atarken cosss diye bir ses çıksa, akşamüstü esintisinde hamakta yayıla yayıla sallansam, geceleri diskoya gitsem dum tıs dum tıs eğlensem falan. Ahh ahh. Pardon Ooh La La olması lazımdı fakat 'ah ulan ahhh!' daha çok uyuyor duruma sanki :(




Efendime söyleyeyim topuklu ayakkabı hastasıyımdır. Her ne kadar giydiğimde ayaklarım patlayacak gibi olsa da, altları su toplasa da, kramplar girse de hastasıyım. Napıyoruz? Topuklu ayakkabılara Ooh La Laaa diyoruz.




Vee son olarak da bir Biscolata erkeğine değinmeden de geçemezdim tabi ki. Ooh La La, hatta Vuuhuuuuu diyorum kendilerine. Ya bi bak ama bi bak allasen şu gözlere bak hey yavrum beee ahaha.





- Bu yazıyı okuyan herkesler de mimlensin bakalım. Hadi öptüm. -

31.5.12

Saçlarımdaki beyazlar asabımı bozuyor

Bugün benim doğum günümm. Beyazlarım çoğaldı, gözlerimin altında da kırışıklık yakaladım. 23'e girdim öptüm ok bay :D

17.5.12

Uyumak candır

  Sabahlamak, iki gece üstüste olunca bünyeyi sallıyor. Bu sefer sabahlamak hiç de güzel değil. Kardeşimin hala ateşi var, başında bekliyoruz, nöbet bende şimdi. Boş kalıp da uyumamaya çalışırken bol bol düşünüyorum, normalde çok az düşünüyormuşum gibi!. Bi sevgilim olsa falan demiştim ya, olsa da bi dert olmasa da. Ben biraz (!) takıntılı bir insanım, biriyle çıkmadan önce, çıkarken, çıktıktan sonra, her türlü soruna kafayı takabilen, sorun yoksa mutlaka kafasında yaratmaya meyilli, sorunları yaratıp yaratıp da günlerce üstünde düşünerek en az 3 gününün ağzına sıçabilitesi olan bir insanım. Velhasıl, ben en öncelikle, bi ilişkide karşımdakine nasıl güvenebileceğim hakkında büyük şüpheler taşıyorum. Söylediği her şey yalan olabilir, benim ruhum bile duymayabilir. Neler görüyoruz, duyuyoruz televizyonlarda çevremizde falan. Şeytanın bile aklına gelmeyecek katakulliler, oyunlar, yalanlar, kandırmalar, aldatmalar, ihanetler filan. Sonra bunları görünce de diyorum ki; gel de karşındakine güven! Bi de tanıyabilme meselesi var. Bi insanı ne kadar zamanda tanıyabilirsin? Tanıyabilir misin bi de? Ya çok başarılı bir yalancıysa ve sen onu hiç bi zaman gerçekten tanıyamadıysan, nasıl o insanla birlikte bir şeyler yürütebilirsin ki? Kendime soruyorum, ey insan söyle, nasıl? Kapalı bir kutu var karşında. Tek şansın söylediklerine inanmak. Ama söylediği her sözün gerçek mi yalan mı olduğunu nereden bilebilirim bilmiyorum. Ben bu kadar paranoyakken kime nasıl güvenip, nasıl kafamın rahat ettiği bir ilişki yaşayabilirim onu da çok merak ediyorum.

  Düşünsene blog, karşındaki sana bir şey söylüyor, bir konu hakkında geçerli bir sebep sunuyor ve sen elindeki aslında tek seçenek olan "inanmak"ı seçiyorsun. Ama ya yalan söylüyorsa, ya kandırıyorsa seni? Nasıl bilebileceksin bunu? Bilemezsin. Dedim ya tek şansın inanmak. Ona inanmamayı seçsen bile, bir sonraki kişiye inanıp inanmayacağın da belli değil ki. Hep aynı şey. İyi midir, kötü müdür, sana uygun biri midir ya da istediğin gibi biri midir bunu ne zaman anlayabilirsin tam olarak? Heh gel de takılma şimdi. Ah şu güven meselesi valla beni benden alıyo yine. Babana bile güvenme derler ya bu devirde, ben annem-babam-kardeşim haricinde kimseye güvenemeyen, herkesten her şeyi bekleyen bir insanken, nasıl da karşımdakinin her sözüne gözükapalı inanmayı başarabilirim? Off of, zor bu ilişki işleri. Birbirinin huylarına alışabilme, saygı gösterebilme, tanıyabilme, uyum sağlayabilme, geçinebilme, mutlu olabilme vs. vs. ne kadar zor yabancı birisiyle. Hele onu gerçekten tanıyıp tanıyamayacağına, güvenip güvenemeyeceğine emin olamayınca.

  Ve paranoyak Larien, arka planda 12712576.kez çalan "Dibine Kadar" şarkısıyla birlikte, beyninin azalmaya başayan hücrelerini yiyip bitiren bu düşüncelerini de alarak, düşünceler aleminin karanlık, uzun ve karmaşık sokaklarında kaybolmaya doğru yola çıktı...

Bu da tapılası şarkı,

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...