Pages

12.4.11

Fair in fairs!

(Refer to the title: Fuarlar kimi zaman sirk gibi geçiyor.)

  Üst üste 3 kere fuara gidince, ilgimi çeken garip ve absürd durumlar da birikiyor böyle. İnsanlarla içiçe birsürü zaman geçirince, birbirinden çeşitli, garip garip, farklı insanlar tanıyıp görüyor insan. Mesela ilk defa şişman bir japon gördüm. Uzun yıllardır Türkiye'de yaşıyor olsa gerek. Ayrıca fuarlarda kokteyl veriliyormuş onu da öğrenmiş oldum. Maritime fuarındaydım o zaman. Fransız bi gemi motoru üreticilerinin standında tercümanlık yapıyordum. Kokteyl verdiler. Birsürü turşuydu, salamdı, jambondu, bir etobur olarak hangisinden yiyeceğimi şaşırdım haha. İçkiler gırla tabi. Kırmızı şarap dolaba konmazmış, biradan öte bi içki kültürüm olmadığı için bilmiyordum onu da öğrenmiş oldum.

  Bi de manken kızlar var. Çoğu da güzel değil valla, bi mini etek giyip tonla makyaj yapınca güzel olunmuyor ki, ha bi de topuklu ayakkabıları var. Tamam ben de giyiyorum ama en azından gayet düzgün yürüyebiliyorum topukluyla. Ama topuklu ayakkabı giyince akrobasi yapar gibi yürüyenler, daha doğrusu yürüyemeyenler var. Adam gibi yürüyemiyorsanız giymeyin allasen, valla çok komik görünüyor.

Bir de şunu da öğrendim ki; Aynı gün içinde 2 otobüs, 2 metro, 1 tramvay, 2 metrobüs yolculuğu bünyeyi bir garip yapıyor.

  Beleş sirke harbiden baldan tatlıymış. Bunu da tasdiklemiş oldum. Şöyle ki, bu fuarlarda, standı ziyaret eden insanları oturtup, illa da bişeyler içirtmeye bayılıyor bu firma sahipleri, o yüzden de ilk günden gidip bir sürü peçeteydi, plastik bardaktı, kolaydı, meyve suyuydu, biraydı, kurupasta, kuruyemiş, ıslak medildi tonla şey alıyorlar. E tabi 4 günde de bitmediği için ve yanlarına alıp gitmedikleri için noooluyor onca güzel beleş şey? Tabi kiii; "Zeynepcim sen al götür bunları istersen, kalmasınlar burda." diyorlar :D Kollarım kopma, omuzlarım çıkma, tabanlarım yanma pahasına da olsa taşıyabilidğim kadarını götürüyorum valla, tam da taşınma zamanı bir sürü plastik bardağımız, peçetemiz, sallama çayımız ve küp şekerimiz filan oluyo işte ne güzel.

  Bu hafta da Automechanica fuarındaydım. Firmamız, fren, şanzıman, kaliper filan üreticisi. Böyle sofistike sofistike konuşuyorum ama fren hariç hiçbişey bilmiyorum. Çok şükür genelde çalıştığım insanlar iyi insanlar oluyor ama bu sefer çalıştıklarım çok ama çok iyi insanlardı. 10 kişi içinde tek bayandım. Korudular, kolladılar resmen. Bazen masaları onlar toparladılar ben yorulmayayım diye, benden önce başka bir kız gelecekmiş rahatsızlandığı için beni aramışlardı, iyi ki o kız gelmemiş arasak senin gibisini bulamazdık dediler, çalışmamın, çabalarımın dikkatten kaçmadığını takdir edildiğini gördüm, çok güzel sözler duydum, çok mutlu oldum. Hatta dediler ki, "Yurtdışına fuarlara gidiyoruz biz sürekli, tercüman ihtiyacımız olursa seni ararız artık."! Hadi bağalım. Bu aradaaaaaa bombayı söylemeyi unuttummmm! Tam fuarda, günün ortasındaykennnn bir telefon geldi, Erkan abi (sık sık çalıştığım organizasyon ajansının sahibi ve annemlerin komşusunun oğlu) aradı ve sordu: "Zeynep, pasaportun varmı?", zaten soruyu duyunca gözüm döndü. "Yok ama oldururuz." dedim :D (Var ama süresi doldu, uzatıcaz artık) "Qatar'a yollayalım mı seni, fuara?" dedi. Yol, uçak, otel masrafları onlardan, günlüğü de baya bi dolgun maşşallah, yani beş kuruş harcamadan 2 gün yurtdışı görücem inşallah! Nasıl heyecanlandım anlatamam. Ama 4 kişi önereceklermiş firmaya, görüşmeye çağıracaklarmış mülakat gibi birşey, 2 kişiyi seçeceklermiş. Fuar, yurtdışı tecrübem ve ingilizcem olduğu için umutluyum ama tabi kısmet bu işler. Herşeye önceden limitleri aşarcasına heveslenen bir insan olarak, heves katsayımı aşağılarda tutmaya çalışıyorum ki, olası bir iptal olma, seçilememe vs. gibi durumlarda üzüntümden çatlamayayım. Haydi hayırlısı inşallah.

Kaba, öküz, teşekkür etmeyi bilmeyen insanlardan nefret ettiğimi de öğrendim.

  Tam çıkarken de çiçek verdiler. Onlara gelmişti, pembe japon orkidesi, hem de canlı! Bana verdiler, bu da bizden sana olsun diye. Çooook ama çok severim çiçekleri öyle böyle değil. Alt tarafı bir çiçek bakınca ama nasıl mutlu oldum anlatamam. Çiçek de bu;
  Bir de, Nescafe, süt tozu, kapiçuno ve sıcak çikolatayı karıştırınca sonuç berbat bi mide bulantısı oluyormuş, çok acı bir şekilde öğrendim. Bir gün iş çıkışı ordaki adamlardan biri; "Sizi metrobüse kadar bırakayım" dedi, sağolsun bıraktı da. Amaaaaaaaa, Allah'ım neydi o yaa! Kabus gibi geçti yolculuk. Yarım saatlik yolu, felç olmuş bir trafik yüzünden 1 saat 10 dakikada geldik. Üstüne üstlük o kadar zamanı doğu türkülerine maruz kalarak geçirmek zorunda kaldım. Dilkenli teller, cesetler, idam hikayeleri, yar leleler, leyli leyliler, gençliğim gitti gınoylar filan Allah'ım sana geliyorum filan demeye başladım bir ara. Bi de zaten midem bulanıyodu, kustum kusucaktım yani. Ay ama kabus gibiydi gerçekten. İner inmez taktım kulaklıklarımı, en sert şarkılardan birini açtım, sesi de açtım sonuna kadar. Günlerce susuz kalmış insanın kana kana su içmesi gibi, kana kana dinledim desem yeridir.

Bu fuarlar sayesinde acı(!), tatlı baya şey öğrendim yani. Hem para kazandım, hem bol bol ingilizce konuştum, hem de birsürü zula yaptım haha. All in one teknolojisi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...