Pages

29.9.12

Ben geldim la.

  Tam 6176271 ay sonra bi yazayım bloguma, terkedilmiş çöllere dönmüş derken bi girdim baktım, nolmuş lan bu kontrol paneline? Götüme benzemiş :( Hiç sevmem ben değişiklikleri. Alıştığım bi şeyi değiştirdikleri zaman, nadiren beğenirim, çoğunlukla da alıştığım düzen gittiği için böyle bir içerlerim, hüzünlenirim.

  Başlangıç yakınmamı da tamamladığıma göre, konuşmaya başlayabilirim. Efendime söyliyim çok şükür bitince çok üzüleceğimi, kendimi nerelerden nerelere atacağımı bilemeyeceğimi sandığım, arkasından karalar bağlayacağımı düşündüğüm okulum biteli 3,5 ay oldu ve ben sandığım o ruh haline düşmedim. Ben de anlamadım noldu bana. Off dememeye, kötü şeyler yerine iyi şeyler düşünmeye, gelecek hakkında umut etmeye falan başladım. Baktım, ateşim yok. Aman nazar değmesin diye de araya sıkıştırmak istiyorum.

  Bu akıllı telefonlar beni yoldan çıkardı azizim. İnternete ordan her dakka bakınca, laptopu açma ihtiyacı duymamaya ve dolayısıyla blog yazmamaya başladım. Blog yazamamamamama bi etken de Twitter illeti. Bi denemeyle bi şey olmaz demeyin, tek seferde bağımlılık yapıyo, pençesinden kurtulamıyorsunuz. Yani velhasıl kelam orda yaza yaza blogumu Twitter'ımla aldattım. Sor bana pişman mıyım? Bilemiyom valla.


  Saçmalama evresini de atlattığıma göre, havadislere geçebilirim. Her Aksaray metrosuna bindiğimde gözlerimi son durağın isminden ayıramadığım, her uçak gördüğümde gözlerimi ayıramadığım, gökyüzüne bakıp bakıp içinde kaybolduğum, sürekli yurtdışına çıkanları kıskandığım, uçmak için yanıp tutuştuğum havacılık sektörüne bodozlama dalmayı başardım. Hemi de anlamadan oldu. Okul bitmesine yakın havaalanında çalışan dayım  bana bi iş ayarlamaya çalışmıştı, tam olacak gibiyken ben acaip heveslenmiş beklerken olmayınca bütün hevesim kırılmış, seveceğim bir iş bulma ümitlerime küsmüşkene, salak eski sevgililerimden birinin bahsettiği bi arkadaşının yardımı ile bir havaalanı şirketine iş başvurusunda bulundum. Ama bende bi havalar bi havalar, başvuru umrumda değil aman olsa nolcak olmasa nolcak, şöyle sallıyım böyle sallıyım, istediğim maaşa yüksek yazayıp deyip de siktiriboktan doldurduğum başvuru formuna anında cevap geldi. Çok uğraşırsın olmaz, öylesine yaparsın olur hesabı, Murphy kanunları was here. Neyse, haldır huldur sınava girdim. Anam o ne sınav, 3 saat mi ne sürdü, yok dikkat testi yok İngilizce yeterlilik testi, yok genel kültür falan çöz çöz bitmedi. İngilizceyle, dikkat testlerindeki başarımı vurgulamak suretiyle, genel kültürden sıçtığım gerçeğini saklamak için herkese İngilizceden nasıl full çektiğimi falan anlattım tabi. Sınavları geçtim geçmesine de. Arayan soran yok anasını satayım. Bekle bekle bekle yok. Sonra ben aradım, sınavları başarıyla geçtiniz, mülakata çağırılacaklar listesinde de adınız bulunuyo dediler, ne arayan var ne mülakata çağıran. Derken bilmem kaç hafta sonra, zaten sıkıntıdan patlamak üzereyken, avmdeki işimden kurtulmayı beklemekten bıkmışken arayıp mülakata çağırdılar. Sonra bi de mülakat sonucunu bekledik tabi. O belli oldu haydaa şimdi de eğitim zamanını bekle derken ebem şeyoldu. Yazın yarısını ve en yoğun dönemini de yine ebemim şeyolduğu avmde çalışarak geçirmiş oldum. Geç oldu ama güzel oldu hesabı Ağustos'ta eğitime başladık. Aynı "sbs geçsin rahatım, şu öss geçsin rahatım, şu finaller geçsin rahatım, bi iş bulayım rahatım, çocuklar bi büyüsün rahatım" hesabı, şu yeterlilik sınavları bi geçsin-şu mülakat bi geçsin-şu eğitime bi başlayım derken tekrar ebemle karşılaştım. 12 günlük eğitimde yaklaşık 20 sınava girip geçmemiz yetmemiş gibi bir de final sınavına girdik. Jeopolitik sınavı sayesinde yerlerde sürünen genel kültürümde patlama yarattım ve Mogadishu'nun nerenin başkenti olduğundan tut, Lichtenstein'ın nasıl söylenip nerde olduğuna kadar bisssürü şey öğrendim. Başkent bilmede rakip tanımıyorum arkadaş. Ayrıca.. Öhöm öhöm, sınıfın en başarılısı olmanın yanında, şirketin şimdiye kadarki bütün eğitim gruplarındaki neredeyse en yüksek puanı alarak egoma ego katmış kendimi havaların üzerinde uçaksız uçarken buldum.

  Bizim grup da çok iyi, fıştık gibi arkadaşlarım oldu. Bak. 


  Accık accık resimlerimi koydum. Şu gözlerini kapatıp kendini saklayan benim işte ehe. Erkekler çok eğlenceli, şimdilerde biraz sapıttılar ama idare ediyoz. Arada çibanlar çıktı tabi de neyse. Başta yakın olup sonradan bi haller olup da mesafe koyup fesatlananlar da oldu da neyyyse. Kıçımın kenarları. Huh. Sonra işte öyle böyle derkeennn fularımı taktım, "gideceğim tek yer havaalanııııııı" diyerek yeni işimin yolunu tuttum. Bi de gece shiftleri var ki tadından yenmeyo. Yani çok olunca da uyku düzeninin içine ediyomuşsun, afallıyomuşsun falan ama böyle arada oldu mu, izin günlerim dışında bütün gün bana kalıyo ya o güzel oluyo. Öyle yani, maşallah de blog. Şimdilik mutluyum işten çok şükür Allah'ım. Bak dur şu Twitter'da favorilere aldığım bi sözü yazayım. "1 saat mutluluk için, uyu. 1 gün için, balığa çık. 1 ay için, tatil yap. 1yıl için, evlen. 1 ömür için, sevdiğin işi yap." demiş bir Çin atasözü. Ah ne doğru...

  Tabi okulun bitmesi ve ardından avmde full time'a geçmemle sporu da bıraktıydım. 3,5 ayın üzerine yeni başladım tekrardan. İlk günün sonrası ağrıdan, kramptan öldüm öldüm dirildim, yere bi şey düşürünce almak ölüm gibiydi de geçti şimdi Allah'tan.

  Hmm başkaa.. Heh. HALA SEVGİLİM YOK AMK. Böyle de şu küfürü ilk defa kullanmış oldum. Resmen ilk defa yani. Aaaaaa ama geldiler yani. Nerde lan bu doğru insan? Nerdesin olum? Kim bilir nerde, ne haltlar yiyosun lan? Çok pis yaparım bak, adam ol, tövbe et, doğru yolu bul ve çabuk gel lütfen. Kibritcime de çabuk gelsin, yerim lan kıyamam ona da gelsin, bööyle toplu mutluluk yaşayalım.

  Başkaaaa.. Hmm.. Gelmedi aklıma başka bi şey. Zaten son yazdığımdan beri bi tek iş durumlarıylan meşgul idim. Bi de Gangnam Style diye bişi varmış, ben bi akım falan sandıydım herkes konuşunca, meğer şarkı adıymış. Dün izledim ve öğrendim. Çok eğlenceli la. Hee bi de o kocaman akvaryum var ya Forum İstanbul'daki, oraya gittik çok güzeldi, harikaydı, şahaneydi. Bak.

  Ayy öyle yani blog. Benden bu kadar şimdilik. Dua et de bol bol yazasım gelsin, üşenmeyeyim de yazayım sana hep. Dur yayınlamadan şu aralara birazcık foto sıkıştırayım.
Hadi öptüm cnm, sçs, aeo, kib, bye.

13.7.12

Şaşırmama şaşırmalı aslında



  Okul bitişi 3 hafta, bütün yakın arkadaşlarının toplaşıp pikniğe gitmesi ve "senin çalıştığını ve gelemeyeceğini bildiğimiz için haber vermedik" demesinin getirdiği iç acısı paha biçilemez. Bi haber vermeye bile gerek görülmemeyi hakedecek ne yapmış olabilirim çok merak ediyorum. Bu kadar değerim varmış demek. Bak ne güzel oldu öğrendiğim. "Hiç kopmiycağz kiiğ, hep görüşceğz kiğğ, biz çok iyi arkadaşız hep öyle kalcağğz kiğğ", hı hı evet bence de öyle kalıcaz.

  Hayır öyle boktan bi his içindeyim ki, yazacak cümle bulamıyorum. Kırıldım, bozuldum, resmen hayalkırıklığına uğradım. Hele de hiç ama hiç beklemediğin, 4 koca yıl yediğin içtiğin ayrı gitmeyen insanlardan  görünce bu davranışı her birinden tek tek, hiç hoş olmuyormuş. Aslında alışmış olmam lazım. Evet salağım ben, hala alışamadım sevdiğim, güvendiğim insanlardan  beklemediğim davranışlar gördüğümde şaşırmamaya.

  Neyse daha fazla saçmalamayayım da işe gideyim ben. Evet işe gideyim. Çalışayım ben, ne de olsa çağırılsam da hiç bi yere gidemem, çünkü ben çalışmak için doğmuşum. Dimi ama, niye haksızlık ediyorum şimdi "en yakın" arkadaşlarıma? Ben çalışayım evet işe gideyim, işim tek amacım zaten, başka şeylere ne gerek var ki dimi? Evet evet işe gideyim ben.

İçimdeki mimli ses

  Biricit'im beni 3 milyon ışık yılı önce mimlemiş idi. Ben de nankör ve yüzsüz bir blog arkadaşı olarak hiç utanmadan neredeyse aylar sonra yazıyorum mimi. Mimin konusu, iç sesimizin ne dediğiymiş. Yani sanırım, anladığım kadarıylan, iç sesim bana neler söylüyor, fısıldıyor, bağırıyor, çağırıyor falan onları yazıcam evet. Biricit'ime teşekkürlerimi sunarak yazmaya başlıyorum efenim.

  Öncelik ilen şunu belirtmek isterim ki, benim iç sesimin çoğunluğunu takıntılarım, korkularım ve sinirlerim oluşturuyor. Son iki yıla bakarsam, psikolojim baya bi deformasyona uğramış olsa gerek ki, olumlu düşünen Larien'i ayda yılda bir görüyorum ve bu durumun tersine dönmesini en acilinden istiyorum. Neyse.

  Şimdi benim cici iç sesim genelde bana der ki, "yatmadan önce zaten kapattığın ve 2 kez kontrol ettiğinden emin olduğun camları, kapıları, ocakları falan git git bi daha kontrol et, kapalı ama olsun sen git bak bi daha, malsın ya 2718726187 kerede kapalı olduklarını anca anlıyosun" diyo.

  Sonra efendime söyliyim, birileri beni kızdırınca ki bu şu sıralar pek bi sık oluyor, "şeytan değil ben diyorum git bi çarp şunun ağzına iki tane, görsün gününü yavşak" diyor. Çoğunla aralara da küfür sıkıştırıyor terbiyesiz.

  Ama en çok da "sakın yalan söyleme" diyo. Şeyyy bazen dinlemiyorum onu. Ama dinliyorum demek ki, ki bak yalan söylemedim. Bazen yalan söylediğim gerçeğini söyledim. Yalan söylediğimi söylemesem yalancı olurdum. Demek ki değilim ahaha. 3x7y<5z8*9=8{345f} denklemindeki x'i buldunuz, tebrikler.

  Ha bi de en çok söylediği şeylerden biri; "x kişisi senden bi şey istedi sen de yapmadın ya, bak o önüne çıkıcak, senin de istediğini yapmıcaklar" veya "sen şimdi onun istediğini yapmadın ya yazık lan ne kadar üzülmüştür belki de, nolur yapsan eline mi yapışırdı miskin seni"dir.

  Galiba benim iç sesim beni habire rahatsız ediyo, öldürsem mi napsam la?

  Bazen sinir olsam da, kendimi enayi yerine koyulmuş gibi hissetsem de, yine de, dinliyorum onu. Çünkü çoğunlukla bana "salak kızım boşver olsun sen yine de iyilik yap denize at, olsun onlar seni düşünmedi sen yine de onları düşün, onlar olsaydı yapmazlardı ama olsun sen yine de yap, büyüklük sen de kalsın" tarzı şeyler söylüyor. Ve ben de bunlara karşı kayıtsız kalmadığım için, genelde karşılık bulamadığımdan dolayı sinirlensem de hep iyi olmaya çalışıyorum karşımdakilere. Fedakar, iyi niyetli, anlayışlı, düşünceli davranışlarımın hepsi bu iç sesimin bok yemeleri. Ama sanırım o iç sesimi dinleyerek en iyisini yapıyorum. Onu dinleyerek daha insan oluyorum. Karşılığını göremesem de ben iyi oluyorum ki insan olayım, insanlığa yakışır bir canlı olayım. "Ben yapayım da Allah görüyo zaten" diye diye giderken, elbet bir gün mükafatını göreceğime inanıyorum. Farkında olmasam da çoğunlukla görüyorum da zaten. Neyse, uzun lafın kısası, kızsanız da ona, dinleyin o keratayı (iç sesinizi), çoğunlukla "keşke" yerine "iyi ki" dedirtebiliyor size.

  Evet sosyal mesajımı da verdiğime göre, terden popomu pişiren koltuktan da kalkabilirim artık. 

9.7.12

Terden şortum kıçıma yapıştı

  Başlıktaki gibi amaçsızım bu aralar. Twitter'a sardım saralı blogu boşlar oldum iyice. Zaten depresyonun eşiğinde miyim, içinde miyim anlamadım ama yazasım gelmiyo, gelse de laptop bacaklarımı yaktığı için içimden gelmiyo ben de kısa kısa yazdığım şeylerle blogumu Twitter'la aldatıyorum :(

  Ohoooo neler olmuş neler. Yazmadığım 1267162726 ayda, okulu bitirdim, bütün sınavlarım iyi geçti, kepimi attım, baloda günahkar günahkar danslar ettim, sonra iş yerinde full-time'a geçtim ve de iş arayışına başladım. Tabi hiç de kolay değil bu süreç, bi yere başvurdum da bakalım ne sonuç çıkacak. Hala ne istediğini bile tam olarak bilemeyen bi insan olarak çevremdekilerin alay konusu olmuş durumdayım. Ve bu kadar şeyin arasında evet hala bi sevgilim yok. Artık aramıyorum da zaten, ihtiyaç bile duymuyorum. Sanırım evde kalmayı kabullendim, kız kurusu olup çüricem. Kariyer yapıcam ama çocuk yapıcak adam bulamayabilirim :(

  Neyse, yazmaya karşı isteksizliğime boyun eğen mis gibi duygu yüklü bir post yazdıydım okulun bitmesiyle alakalı. Daha 3-5 ay öncesinden okul biteceği için hüzünlenmeye ve karalar bağlamaya başladığımdan mütevellittir ki sanırım okul bittiğinde hiç de üzülmedim. İşte üzülmeye başladığım o zamanlarda okulda geçirdiğim güzel günleri, biteceği gerçeğinden duyduğum üzüntüyü falanı filanı anlatan o post hala taslaklarda duruyor. Güya okulun biteceği zaman o duygu seli içerisinde edebiyat parçalayıp hem buraya hem Facebook'a yazacaktım. Ama gel gör ki bir şeyler yapma isteğim ve hevesim Kaf dağının tepesine kaçtı ve gelmiyo da. İnşallah sudan bir türlü gelemeyen eşek gibi olmaz. Belki bi gün yayınlarım o yazıyı. Kendimi affettirmek için hadi bi resim koyayım mezuniyetten ama hangisinin ben olduğumu söylemicem işte ehueheuh. İpucu; oturuyom yerde.


  Bir de bok gibi bi sıcak var anasını satayım. Zaten amele gibi fazla fazla, bol bol çalışıyorum günde 13 saat bazen 12 saat falan, dolayısıyla sevdiğim bir kızancığımın dediği gibi "Tatil hayal olmaktan öte. Ütopik.", ahanda aynen öyle. Millet Bodrum'a Marmaris'e Kemer'e gidiyor oysa bizim evin Bodrum'u bile yok. Haftasonu eşşekötesibir performansla çalışmaktan da yoruldum artık adam gibi bi iş istiyorum lan. Ha bi de hiç bahsetmemişim burda ama şu eziklik meselesine takmış durumdayım. Satış danışmanıyım ya ben şimdi bi Avm'de, böyle kendini bi bok sanan kasıntı mallar geliyo gerek senin yüzüne bakmadan konuşmalarla, hoşgeldin lafına vermedikleri cevaplarla, burunları düşmesin diye havada tuttukları kopasıca başlarıyla sana kendini bir ezik, bir loser efendime söyleyeyim bir gariban gibi hissettiyorlar ya heh işte ben o hissiyatın ve sebep olanlarının ta bi tarafına tekme atayım yani. Hayır yani okul okumuşum o kadar, edebiyat okumuşum, kuram okumuşum, felsefe okumuşum etmişim, o hıyartodan daha fazla entellektüeliteye sahip olduğuma dair en ufak bir kuşkum yok, gelmiş bana ezik muamelesi yapıyor. Hep bu etiket yüzünden işte. İnsanların hem popoları hem burunları kalkmış arkadaş, kendilerini bir bok, bu tip yerlerde çalışan insanları da, sanki varoluşlarının tek sebebi orda çalışıp onlara hizmet etmekmiş sanmaları beni deli ediyor, sinir ediyor, kıl ediyor. Ha bi de böyle birbirinden mal, birbirinden gerizekalı müşterilerle uğraşırken kraldan çok kralcı, burnu havada, her an laf sokmaya meraklı, başkaları yapınca kızdığı şeyleri kendisi yapan iş arkadaşlarıyla da uğraşıyoruz anasını satayım. Neyse bu konuyu çok açmak istemiyorum çünkü sinirlerim zıplıyo. Zaten kıl müşterilere sinir oldum yine anlatırken bi de ona sinir olamıycam şimdi.

  Böyleyken böyle yani. Böyle böyle egom yerlerde sürünürken, ezikliğin dibinde gibi hissedeken, okulu bitirdikten sonra başlayacağım ilk işimde statü sahibi olabileceğim, başkalarının bana ve işime artık saygı duyacağı bir pozisyon istiyorum. Çok şey mi istiyorum blog? :( Burdan tüm arayanlara belalarını değil mevlalarını derlerdi sanırım heh işte ondan bulamalarını diliyorum. Seni bu kadar ihmal etmicem bi daha blogcum. İnşallah yani. Şeyy belki de ederim. O zaman şimdiden pardon bebeğim, öptüm.

20.6.12

Ooh La La Mimi

  Bundan 75 milyon yıl önce sevgili Biricit'im beni mimlemiş idi. Ben de iş dünyasının koşturmacasında kaybolan, kendini unutan bir insan olarak bu mimi anca şimdi yazabiliyorum. Kendisine çok çok teşekkür ediyor, mimin konusu olan, bana Ooh La La dedirten şeyleri resimleriyle birlikte yazmaya başlıyorum.

Bana Ooh La La dedirten şeylerin ennn başında ailemle geçirdiğim zamanlar geliyor. Her şey onlarla daha güzel. I love my family!



  Sonra, güzel güzel yemekler, efendime söyleyeyim bir makarna beni pek bi mutlu eder. Makarnaaaa, Ooh La La! Hatta bazen makarna yerken şu aşağıdaki bebecik gibi bile olabiliyorum. Makarna yediğim anlardan birinde burnuma makarna sokmayı becerebilmiş biri olarak şu şekilde makarna yemem çok şaşırtıcı olmaz heralde.





Hayatım boyunca en büyük hayallerimden biri hep yurtdışına çıkmak olmuştur. Avrupa, Amerika, Uzak Doğu, Dünya'nın her ama her yerini gezip görmek istemişimdir. Seyahat etmek çok hoşuma gider. Özellikle yurtdışına olanından. Hatta yurtdışına çıkmak öyle bir tutku haline geldi ki bende, ne zaman havaalanına gitsem böyle içimi bi huzur kaplar falan. Neyse öyle yani. Gezmeyi severim, gezerken de Ooh La La derimmmm...







Kulaklığı kulaklarıyla bütünleşmiş olan ben için, bir Ooh La La da, müzik dinlemek için geliyooorrr.



Kitap okurken heyecanlı yerlerde çarpıntı geçirip, kendi kendime gülüp, bağırıp çağırıp, konuşan biri olarak bir Ooh La La da kitap okumaya gelsin, unutmamak lazım. Hatta ve hatta kitap okumak bir yaşam biçimidir falan.



Eh tabi aşk olmadan nasıl Ooh La La dersin değ mi değ mi?



Şimdi bir tatile çıkabilseydim. Sıcak kumların üzerinde malak gibi güneşlenirken koşup da kendimi kızgın kumlardan serin sulara atarken cosss diye bir ses çıksa, akşamüstü esintisinde hamakta yayıla yayıla sallansam, geceleri diskoya gitsem dum tıs dum tıs eğlensem falan. Ahh ahh. Pardon Ooh La La olması lazımdı fakat 'ah ulan ahhh!' daha çok uyuyor duruma sanki :(




Efendime söyleyeyim topuklu ayakkabı hastasıyımdır. Her ne kadar giydiğimde ayaklarım patlayacak gibi olsa da, altları su toplasa da, kramplar girse de hastasıyım. Napıyoruz? Topuklu ayakkabılara Ooh La Laaa diyoruz.




Vee son olarak da bir Biscolata erkeğine değinmeden de geçemezdim tabi ki. Ooh La La, hatta Vuuhuuuuu diyorum kendilerine. Ya bi bak ama bi bak allasen şu gözlere bak hey yavrum beee ahaha.





- Bu yazıyı okuyan herkesler de mimlensin bakalım. Hadi öptüm. -

31.5.12

Saçlarımdaki beyazlar asabımı bozuyor

Bugün benim doğum günümm. Beyazlarım çoğaldı, gözlerimin altında da kırışıklık yakaladım. 23'e girdim öptüm ok bay :D

17.5.12

Uyumak candır

  Sabahlamak, iki gece üstüste olunca bünyeyi sallıyor. Bu sefer sabahlamak hiç de güzel değil. Kardeşimin hala ateşi var, başında bekliyoruz, nöbet bende şimdi. Boş kalıp da uyumamaya çalışırken bol bol düşünüyorum, normalde çok az düşünüyormuşum gibi!. Bi sevgilim olsa falan demiştim ya, olsa da bi dert olmasa da. Ben biraz (!) takıntılı bir insanım, biriyle çıkmadan önce, çıkarken, çıktıktan sonra, her türlü soruna kafayı takabilen, sorun yoksa mutlaka kafasında yaratmaya meyilli, sorunları yaratıp yaratıp da günlerce üstünde düşünerek en az 3 gününün ağzına sıçabilitesi olan bir insanım. Velhasıl, ben en öncelikle, bi ilişkide karşımdakine nasıl güvenebileceğim hakkında büyük şüpheler taşıyorum. Söylediği her şey yalan olabilir, benim ruhum bile duymayabilir. Neler görüyoruz, duyuyoruz televizyonlarda çevremizde falan. Şeytanın bile aklına gelmeyecek katakulliler, oyunlar, yalanlar, kandırmalar, aldatmalar, ihanetler filan. Sonra bunları görünce de diyorum ki; gel de karşındakine güven! Bi de tanıyabilme meselesi var. Bi insanı ne kadar zamanda tanıyabilirsin? Tanıyabilir misin bi de? Ya çok başarılı bir yalancıysa ve sen onu hiç bi zaman gerçekten tanıyamadıysan, nasıl o insanla birlikte bir şeyler yürütebilirsin ki? Kendime soruyorum, ey insan söyle, nasıl? Kapalı bir kutu var karşında. Tek şansın söylediklerine inanmak. Ama söylediği her sözün gerçek mi yalan mı olduğunu nereden bilebilirim bilmiyorum. Ben bu kadar paranoyakken kime nasıl güvenip, nasıl kafamın rahat ettiği bir ilişki yaşayabilirim onu da çok merak ediyorum.

  Düşünsene blog, karşındaki sana bir şey söylüyor, bir konu hakkında geçerli bir sebep sunuyor ve sen elindeki aslında tek seçenek olan "inanmak"ı seçiyorsun. Ama ya yalan söylüyorsa, ya kandırıyorsa seni? Nasıl bilebileceksin bunu? Bilemezsin. Dedim ya tek şansın inanmak. Ona inanmamayı seçsen bile, bir sonraki kişiye inanıp inanmayacağın da belli değil ki. Hep aynı şey. İyi midir, kötü müdür, sana uygun biri midir ya da istediğin gibi biri midir bunu ne zaman anlayabilirsin tam olarak? Heh gel de takılma şimdi. Ah şu güven meselesi valla beni benden alıyo yine. Babana bile güvenme derler ya bu devirde, ben annem-babam-kardeşim haricinde kimseye güvenemeyen, herkesten her şeyi bekleyen bir insanken, nasıl da karşımdakinin her sözüne gözükapalı inanmayı başarabilirim? Off of, zor bu ilişki işleri. Birbirinin huylarına alışabilme, saygı gösterebilme, tanıyabilme, uyum sağlayabilme, geçinebilme, mutlu olabilme vs. vs. ne kadar zor yabancı birisiyle. Hele onu gerçekten tanıyıp tanıyamayacağına, güvenip güvenemeyeceğine emin olamayınca.

  Ve paranoyak Larien, arka planda 12712576.kez çalan "Dibine Kadar" şarkısıyla birlikte, beyninin azalmaya başayan hücrelerini yiyip bitiren bu düşüncelerini de alarak, düşünceler aleminin karanlık, uzun ve karmaşık sokaklarında kaybolmaya doğru yola çıktı...

Bu da tapılası şarkı,

5.5.12

Bi git artık lan

  Şu lanet spam 'Adsız'dan kurtulmak istiyorum artık, yeter lan. Her gün aynı postun altına yazılmış 15261521652165 tane linkin bildiri mailinden sıkıldım anasını satayım. Bak yine küfür edicem şimdi.

29.4.12

Haydi sor sor Mim'i

  Tanımadığım halde yakın hissettiğim seyrek blog arkadaşlarımdan biri olan Kuul'umsu Kadın'ım beni mimlemiş. Ayrıca böğürtlenleri de çok seviyor daha ne olsun. Biraz(!) geç kalmış olabilirim ama hayat işte. İnternetten çıkmayan ben, ne Facebook'a girer oldum, ne bloga. Şimcik anket gibi bir mim var elimde, kendim hakkında sorular ve cevapları. Kendisine teşekkür ediyor ve ben daha kendime sorduğum bazı soruların cevaplarını alamamışken bu soruları cevaplamaya çalışacağım.

1.Kendini seviyor musun?

  Şimdi şöyle ki, kendini sevmeyen insanın başkalarından onu sevmelerini beklemesi mantıksız olur. Eğer karşısındaki insan rahatsız bir kişilik değilse ona karşı olan sevgisini ve saygısını kişi kendi belirler bence. Yani ben önce kendimi sevmeliyim ki başkaları da sevsin.

2.Yapmaktan hoşlandığın şeyler nelerdir?

  Ailemle vakit geçirmek beni mutlu ediyor. Evimi ve odamı da seviyorum. Akşamları gece lambamı açıp da kitap okumanın hayalini kurmaktan çok hoşlanıyorum. Hayal çünkü sıçtığım meşguliyetim yüzünden böyle hoş ayrıntılara zaman ayıramıyorum. İyi niyetine inandığım nadir insanlarla içten sohbetler etmeyi severim. İngilizce konuşmaktan, İngilizce yazmaktan, İngilizce düşünmekten ve İngilizce küfür etmekten çok çok hoşlanırım. Abur cubur yemekten malesef ki hala hoşlanıyorum. Spordaki çocuğun bana bakmasından da hoşlanıyorum. Ha bi de megalomanlık olarak algılanabilitesi olsa bile, takdir edilmekten çok hoşlanırım. Bu böyle say say bitmez aslında da seçmece olsun bu saydıklarım bari.

3.Hedeflerin nelerdir?

  Umutsuzluğu kendime canyoldaşı seçmiş bir insan olarak biraz fazla yükseklerde hedeflerim olabilir. Ya da hayal mi demeliyim? Hedeflerim arasında, sevdiğim bir mesleği yaparken yükselmek, herkesin olmak isteyeceği bir yerlerde olmak, sürekli yurtdışına gidip gelmek, tam gönlüme göre birisini bulup onla evlenmek, annemlerin hemen dibinde bir evde yaşamak ve yaşadığım tüm sıkıntıları geride bırakarak, şimdiye kadar yaşadığım tüm yıllardan daha mükemmel yıllar geçirmek var. Yok lan harbiden hedeften çok hayale benzedi bunlar. Neyse yora yora Allah vere demişler. İnşallah.

4.Kendini bir cümleyle anlatabilir misin?

  Hımm... Kısaca(!), tam anlamıyla burcunun özelliklerini taşıyan, dakikası dakikasına uymayan, fazlaca saf ve iyi niyetli, ota boka midesi bulanan, bazı bazı karamsar ve olumsuz, felaket tellalı, saçma sapan takıntıları ve korkuları olan, sakar the king, film izlerken veya kitap okurken kendinden geçip adeta yaşayan ve etrafındakilerin alay konusu olan, hafiften(!) ayran gönüllü, her türlü yemeğin üzerine kaşar peyniri rendesi koymaya meyilli, insani değerlere fazlasıyla önem veren ve kendi gibi insanlar arayan bir tipim.

5.Nefret ettiğin şeyler nelerdir?

  Offf! Benim nefret ettiğim o kadar çok şey var kiiiii! Sonu "nefret ediyorum" ile biten 1726175625 tane cümle yazdığım bir postum bile var. Öncelikle kendine yapılmasını istemediği şeyleri sürekli başkalarına yapan insanlardan nefret ederim, çoğu kalleş olan akrabalarımdan nefret ederim, çıkarcı, yalancı, yalaka, acımasız, fazla hırslı, dedikoducu insanlardan nefret ederim. Haksızlıktan çok çok nefret ederim. Dağınıklıktan nefret ederim. Ter kokan insanlardan nefret ederim. Fazla ısrardan nefret ederim. İkiyüzlülükten nefffret ederim. Çaresizlikten nefret ederim. Söz verip, yüzüstü bırakan insanlardan nefret ederim. Farkettim de çoğunlukla insanların yaptığı şeylerden nefret ediyormuşum haha. Hiç hümanist değilim, olmak da istemiyorum. Ha bi de her bi boku delicesine kafama takma huyumdan da nefret ediyorum.

6.Favori şarkıların, kitapların, filmlerin nelerdir?

  Hımm. Cevaplanması zor bir soru aslında. Çok var favorim, hangisini saysam bilemedim ama şarkılardan, Avenged Sevenfold'un "Seize the day" şarkısı çok hoştur, sözleri de candır. Metallica'nın "Nothing Else Matters"ı efsanedir. Evanescence-My Immortal, Linkin Park-What I've Done/In The End, Numb, Hypnogaja-Here Comes The Rain, Apocalyptica-I Don't Care, R.E.M-Losing My Religion, Bon Jovi-It's My Life, Incubus-Love Hurts, Three Days Grace-Never Too Late/Someone Who Cares en sevdiklerimden sadece birkaçı. Evet Türkçe dinlemem. Yukardaki hoşlandığım şeylere İngilizce şarkı dinlemek de yazsaymışım yeriymiş haha. Kitaplardan, Dan Brown'ın bütün kitaplarına hayranım. Melekler ve Şeytanlar bir numarada. Aziz Nesin'den "Şimdiki Çocuklar Harika"yı da çok severek okumuştum baya önceden. Özdemir Asaf'ın şiir kitabı vardı "Yalnızlık Paylaşılmaz", çok severim, Shakespeare'ın soneleri ise bu dünyadan değildir benim için. Filmlere gelince, Brendan Frazer, Leonardo Dicaprio ve Brad Pitt'in oynadığı hemen hemen tüm filmleri çok severim. İsim veremicem pek, çünkü sorulduğunda adımı bile unutan biriyimdir, şarkıları bile hatırlayabilmek için telefonumun playlist'inden kopya çektim olum.

7.İlham aldığın kişiler kimlerdir?

  Annem.

8.Death Note'u sen bulsaydın ne yapardın?

  Ayy yaşasın sadist düşüncelerimi günışığına çıkarabileceğim bir fırsat haha. Şimdiiii, sırayla, alt katta oturan manyak teyzeyi, evin müahhitini, akrabalarımdan bazılarını, 10 yıl önce evimize giren hırsızı yazardım. Gebersin pislikler.

Bir mimimizin daha sonuna geldik. Uzun zaman oldu yazmayalı. Bişiler biriktirdim yazayım diye ama yazmak bile gelmiyor şu sıralar içimden. Bir koşturmacaya kapıldum gidiyorum. Okul bitmek üzere, onunla ilgili de yazacak bir sürü şeyim var. İnşallah bundan sonra hem yazma isteğim hem de zamanım olur.

Kib
Öptm
Bye

31.3.12

Sadece,

yoruldum.

15.3.12

Hayat! Ne alıp veremediğin var benle olum?

  Ağzına sıçtığımın dünyası bazen her şeyi bok edip üstüme atıyor. Polyannacılığın da içine edeyim. İçime oturan öküze de ana avrat saydırmak istiyorum. Bıktım lan artık. Annemi, babamı, kardeşimi alıp başka kimseye haber vermeden çok uzak, huzuru bulacağım bir ülkeye gidip dönmeyesim var. Herkes geride kalsın, beni merak etsinler, özlesinler, gittiğime sevinsinler, bi daha göremeyeceklerini düşünüp ya hüzünlensinler ya da göbek atsınlar istiyorum. Küfürlerim arasında gönderme yapmayı unuttuğum, şu malum "ortada aslında hiç bi bok yokken kendi kendine sorun yaratan ve o sorunun esiri olan kafadan sorunlu insan sendromu" durumuma da sokmak istiyorum elimden geldiğince.

  Küfür etmek güzeldir bazen. Kimseye bir şey anlatmamak daha da güzel. Bir sürü şey oluyor ardı ardına. Beklenmeyen şeyler, olmaz denilen şeyler oluyor. Göz göre göre olanları da oluyor, beklenmeyenleri de. İstenenleri de oluyor, istenmeyenleri de. Anasını sattığımın beklentileri de oluyor, ağzına sıçtığımın hayalkırıklıkları da. Benim kadar mal bi insan çıksaydı karşıma tersi istikamete doğru arkama bakmadan koşarak uzaklaşırdım. Kendi kendine sorun yaratan, her boku kafasına takan bir insan olmak çok zor. Bunu bildiğin halde kötü hislerin seni sarmasına engel olamamaksa daha beter. Bütün bunları gayet güzel farkedebilip hiçbir şekilde çözüm bulamamaksa lanet olasıca bir şey. İkizler burcu olmak, bir mutlu bir mutsuz olmak, bir anının bir anını tutmaması, her bokun altından bir şeyler aramak da yukardakilerle yarışır. Kendimin de ağzına sıçmak istiyorum o zaman.


  Anlatmamak demiştim. Heh o çok güzel işte. Son dönemlerde hayatımda olan önemli şeyleri anlatmadım kimseye. Ne güzel şeymiş yakınlarından bir şeyler saklamak. "Ben biliyorum ama siz bilmiyorsunuz işte" diyebilmek içinden. Kısasa kısas yapmak candır bi de. Kendini bastırmayı başararak soğuk davranmak karşındakine, ya da sana hissettirdiklerinin aynısını ona hissettirerek davranmak, gerekirse sadistleşmek mest edici birşey. Kırmak seni kıranları, beter olun dercesine içinden hırsla. Harika.

  Nefret ettiğim akrabalarıma da değinmek istiyorum. İğrenç akrabalarım var. Gözünü para hırsı bürümüş, değer-kıymet bilmeyen, vefasız, çıkarcı, içten pazarlıklı, kıskanç, çekemeyen, karşısındakinin zor durumundan zevk alan, arkasından konuşan, tek felsefeleri para para para olan akrabalarım var. Yüzlerini bile görmek istemediğim lanet insanlar!

  Bi de şu, başlarda aşırı iyi davranıp, ilgi-sevgi gösterilerinde bulunan, düşünceli davranan, şiirler yazan, bir süre sonra ya da evlendikten sonra hiçbir şey için gayret edip çabalamayan, götü göbeği serip, hiçbir şeyi sallamayan, ilgi göstermeyen, anlayış göstermeyen, saygı duymayan, hödüklük yapan erkeklere ayrı bir tiksinti besliyorum içimde. Elde edene kadar peşinde koşup elde ettikten sonra kendini bi bok sanıp 180 derece dönüş yapan erkeklerinse hakkının hadım edilmek olduğuna inanıyorum.

"Aslında sukûtu ezber eyledim dilime, sadece susuyorum."

10.3.12

Son İstasyon

  Pamuk ipliğine bağlı hayatlarımızda, kimse öleceğini düşünerek yola çıkmaz.

 
  Metroya gidiyordu 65 yaşlarında yaşlı bir amca. Elinde bir poşet vardı, yanında taşımaya, gittiği yere kadar götürmeye değecek bir şeyler olmalıydı içinde. Gücü kuvveti yerindeyken hala, ta evinden kalkıp geldi metroya, akbilini bastı, o meşhur ses çıktı. Geçti turnikelerden ve yukarı çıktı. Havada keskin bir soğuk vardı, ürperdi belki de amca. Her insan gibi koşturmaca içinde kaybolup gidiyordu her gün. Oturdu bir banka, yorgundu belki ya da biraz tembel. Her insan gibi onun da kendine has özellikleri vardı. Tek bir insandı o hayatta, ondan başka bir "o" yoktu dünyada.

  Oturdu banka, baktı etrafına belki. Derin bir nefes almıştır ya da etrafını izlerken, belki üşümüştür o ayazda. Belki çok dertliydi, ya da hayatındaki bir çok şey yolundaydı, huzurluydu. Onu bekleyen birileri vardı çok büyük ihtimal, akşam eve dönmesini bekleyen birileri vardı, bir ailesi. Metroyla gideceği yerde yapacak işleri vardı, halletmesi gereken şeyler. Hayat büyük bir karmaşanın içinde, harıl harıl akmaya devam ediyordu. Ne de çok yapacak işi vardı daha, torunları gelecekti belki haftasonu. Kızını evlendirecekti ya da belki. Yaşlı bir teyze vardı onu evinde bekleyen ya da hiçkimse.

  Oturdu bankta metroyu beklerken. Bekledi bekledi, metro geldi, o binmedi. Etrafındaki insanlar metroya, her zaman yetişmeleri gereken yerlere gitmek için bindiler etraflarına dikkat etmeden. Metro gitti. Bir metro daha geldi, ama adam yine binmedi. Bir sürü yapacak şeyi vardı aslında. Binmedi metroya. Binemedi. Banka oturdu ve öldü. Sadece öldü. Yanında poşeti kaldı, etrafında onun öldüğünü bile farketmeden metroya yetişmeye çalışan insanların ayakları arasında. Banka oturdu ve öldü. Daha bir sürü şey yapacaktı. O poşeti götürecekti bir yerlere, bir şeyler yapacaktı. Yapacak işler hiç bitmezdi ki..

   Ama öldü.

  Poşet sahipsiz kaldı. Pamuk ipliğine bağlı hayatı koptu. Nefes alamadı bir daha. Belki bi yarım saat sonra farketti birisi onu, ambulans geldi ve ölü bedenini aldı. Akbiliyle yürüyerek geldiği metro istasyonundan, nefessiz, gözleri kapalı çıktı bir sedyenin üzerinde. Ruhu bedenini terketmişti çoktan metro istasyonunda. Bedeni cansız, soldu gitti. Ruhu karıştı diğer ruhların arasına. Yapacak çok şeyi vardı. Yapacak şeyler hiç bitmez ki. Düşünmezdi ki ölecekti o bankta. Zaten kim, öleceğini düşünerek yola çıkardı ki?

27.2.12

Düşünüp başlık bulunamayan post

  Yaşıyorum! Evet yaşıyorum. Her günümü dolu dolu, sıkıntı, mutluluk, gerginlik, yorgunluk, sorumluluk, hayaller, umutlar, eğlence, yoğunluk dolu yaşıyorum. Hepsini yaşıyorum, tüm duyguları, düşünceleri, hisleri. Hissediyorum yaşarken hayatı kaçırmamaya çalışarak. Bulduğum her boşlukta hissediyorum. Temiz havayı ciğerlerimde, çiseleyen yağmuru yüzümde, yorgunluğu vücudumun her bir karesinde, acabaları-düşünceleri aklımda ve mutluluğu-umudu içimde...

  Günler.. Geçiyor peşi sıra, zaman geçiyor, yaşıyoruz, yaşlanıyoruz. Bugün okula gittim. Son sınıfın son döneminin ilk dersine girdim, daha okula ilk gittiğim gün dünmüş gibiyken. Geçenlerde, akşam vakti okulumun önünden geçtim tramvayla. Duygulandım. Ne günler geçti, neler yaşadık, neler gördük, neler öğrendik. 4 koca yılımı geçirdim o devasa yaşlı taş binada. Mükemmel arkadaşlıklarım oldu, süper günler geçirdim. Gezdim, yedim, içtim, aşık oldum. Düşük not aldım ama genellikle yüksek aldım. Çalışamadım derslerime çoğu zaman, devamsızlığım da oldu. Gittiğim derslerde dinledim, sınav önceleri hep çalıştım işte, eve gelince de sabahladım, ondan yüksek notlarım. Evde oturup sabahtan akşama kadar çalıştığım derslerden düşük aldım, çalışamadıklarımdan yüksek. Annem çok dua etti bana çünkü. Okulumla alakalı ayrıca bi yazı yazmayı planlıyorum, mezuniyet yaklaşıp daha da hüzünlenince şöyle bir döktüreyim diye düşündüm.

  Günler zor geçiyor, zor günler oluyor, moral bozan şeyler oluyor, sıkıntılar hep sıkıyor, ama ihtiyacım olan her şey yanımda şu an şükürler olsun ki. Sadece bir kısmı "yetersiz", yeterli olacak yakın zamanda, inanıyorum. Telefonum hiç çalmıyor, avea mesaj atıyor arada. Çalmasına gerek yok zaten çok fazla. Aramasını istediklerim zaten yanımda, gereksiz yere fazlalık yapanları çıkarttım hayatımdan ve mesajlaşmalarımdan. Daha huzurluyum. Yokluğu bir şey değiştirmeyenlerin varlıklarının gereksiz olduğunu düşündüm, çünkü öyle.

  Müzik ruhun gıdası ya hani, benimkinin suyu. Onsuz büzüşüp gider ruhum koca popolu vücudumun içinde. Kocaman çünkü sporu bıraktım. Çünkü vakit ayıramadım. 3 gün sonra başlıcam ama tekrardan. Sıkıntılarımla beraber kalçalarımı da küçültücem. Güçsüz Larien'e yer yok artık, arada misafir ediyorum onu ama ziyaretin kısasını makbul tutuyorum.


  Samsung'ta tadilat vardı bu hafta. Ebemiz şeyoldu deyim yerindeyse. Zaten bir bayan olarak ne kadar tadilat-tamirat-çekiç-tornavida işi varsa hepsinde usta olduğumdan ötürü yerimde durmadım ve baya baya yoruldum. Hatta en çok yorulanlardan biri benim. Kaytaranlarımız oldu çünkü. Herkesin bir kusuru var ya hani, çok doğru. Her ama her kesin var bir kusuru. Zamanında kusursuz insanlar ararken yalnız kalmışlığımdan sonra anladım ki, bunu yapmak hayattaki en boş uğraşlardan biri. Herkes kusurlu, ama dengede hafif kalıyorlarsa görmezden geliyorsun işte. Ama bu durum, kendine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına sürekli, pişkince yapan kişilere kızmamı engelleyecek bir durum değil. Kaytaranlardan buraya kadar saptırdığım konunun başına dönersem, yoruldum işte baya ebem şeyoldu lafım ordan geliyor yani.

Bedenim yorgun, ruhum da yoruluyor ara sıra.
Hep beraber yoruluyoruz, yoğruluyoruz hayatta.
Eziliyoruz kimi zaman, ama dik durmaya çalışıyoruz sonunda.
Kafiyeli bi dize daha koyayım da şiire benzesin bari bu da.

Böyle abuk sabuk bir durumdayım sevgili blog, özledim seni.
Seni seviyorum.
Öptüm.
Kib ok bye.

9.2.12

Harder, better, faster, stronger

  Ben, olduğumu sandığım kişiden daha güçlüymüşüm meğer. Her şey benim kafamdaymış. Her şey benim elimde. Ben, kendim, nasıl asıl sebebiysem dibe vuruşumun, yine aynı şekilde aynı sebebiyim yeniden doğrulmamın. Güçlüyüm ben. Kimi zaman çökerim belki ama yine kendim yükselirim, doğarım küllerimden anka kuşu misali...


  Bunu kendim yaparım ama, dış güçlere gerek duymadan. Kıvılcıma muhtaç değilim ben. Çünkü o güç benim içimde var zaten, yardıma ihtiyacım yok. Ve herkesin değerini ben belirlerim hayatımda, kendileri belirlemezler. Ben onları hayatımda belli yerlere oturturum ve sildiğim anda değerleri kalmaz hayatımda, önceden de yaptığım gibi. Ben değer verirsem değerli olurlar, değer vermeyi kestiğim anda bir hiç olurlar hayatta. Gözlerim çok iyi görürlermiş, aklımın yolu aydınlık, yüreğimin kapıları sonuna kadar açıkmış. Kalın bir perde varmış yalnızca önlerinde. O gece gördüm o perdeyi ve kaldırdım. Gördüm. Aydınlığı, umudu, inancı gördüm. Kendimde. Arkama döndüm, yaptıklarıma baktım. Hepsini ben yapmışım, hepsini! Üzülmek istediğim için üzülmüşüm, unutmak istemediğim için unutamamışım, iyileşmek istediğim için iyileşmişim ve başarmak istediğim için başarmışım. Nasıl inanmamışım kendime, nasıl görememişim ki hepsini ben tek başıma başarmışım! Ailemin duası oldu hep yanımda... Artık kendime olan inancım ve umutlarımla birlikte.. Daha büyüklerini başarmak için.

  Amaçlarım var benim ve artık umutlarımla beraber. Hayal değil, hedeflerim var. Mutlu olucam ben, herkesten çok. O kadar iyi yerlere geleceğim ki, bakacaklar çevremdekiler bana ve imrenecekler, inanıyorum. Takdir edecekler. Yurtdışına çıkacağım, yeni diller öğreneceğim, yeni insanlar aydınlatacak yolumu. Yapacağım bunların hepsini inşallah. Şimdiye kadar nasıl yapmışsam. Kendimi öven bir insan olmadım hiçbir zaman ama gerçekte ne olduğumu görecek kadar da kör değilim. Artık. Umutsuzluk, karamsarlık yoruyor adamı. Yine düşücem umutsuzluğa pek tabii olarak, ama kendim duracağım yine ayakta dimdik. O güç benim içimde çünkü. Kendi gözlerimle gördüm, kendi benliğimle tecrübe ettim.

  Kar yağıyor...

  Gözlerime çarpıyor, ensemden içeri giriyor buz gibi kar taneleri. Rüzgar suratını kesiyor insanın soğuktan. Ama ben, kapşonumu örtmeden yürüyorum karanlık sokakta, kendi aydınlattığım yolumda. Çünkü üşümüyorum hiç. Çünkü içim sıcacık. Çünkü, yürürken ayaklarımın ilerleyişini takip etmiyorum artık, gökyüzüne bakıyorum.

30.1.12

Yalan kötüdür

  Yalan söylüyor insanlar. Hiç durmadan, korkmadan Allah'tan, ilahi adaletten. Çok kötü şu zamanda insanlar. Çok çiğler, iğrençler, şerefsizler bir de. Yalan söylüyor insanlar, hiç bıkmadan, usanmadan, korkmadan, çekinmeden. Çoğu zaman anlamıyoruzdur bize söylenen yalanları eminim, saklanan gerçeklerin ardında yaratılan sahte doğrulara inanıp yaşıyoruz yüzeyselinden. Anlamadan, bilmeden, aldatılarak, saf yerine konarak... Kimi kandırdığını sanıyor yalan söyleyenler? Karşılarındakini mi? Farkında değiller mi ki kandırdıkları kendilerinden başkası değil?

  Yalan söylemek. İğrenç bir hareket. Berbat bir şey. Bana yalan söylenmesi, benim o yalanlara inanmış olmam, yalanların yalan olduğunu keşfetmem, salak yerine konduğumu anlamam, tek tek görmem o yalanları.. Daha da berbat. O an, her söylenenin yalan olduğu ortaya çıkan an, hissedilen şey, hepsinden berbat. Sonrasında hissettiğim öfke, nefret, tiksinti ve rahatlamaysa güzel şeyler. Kuvvetli bir istek var içimde, hatta yanıp tutuşuyorum o arzuyla, yalanlarının içinde boğulsun istiyorum. Söylediği her yalan bir yılan gibi dolansın ayaklarına, kendi yalan denizinin içine çeksin ve boğsun onu. Kandırılsın aynı beni kandırdığı gibi başkaları tarafından.

  Keşke daha önce yapsaymışım o yaptığımı da. Ağzıma gelen ne varsa söylemek çok rahatlattı. Bi daha telefon açsa bi daha derim, dicem zaten bekliyorum ki arasın. Haha. Çok rahatladım. Bu kadar.

27.1.12

Dilek-şart kipi


  Sıkılıyorum bazen. Çok sıkılıyorum. Baktığım her yer aynı geliyor, yaptığım her şey sıradan.. Değişik bir şeyler arıyorum bulamıyorum. Hep aynı dertlerim, sıkıntılarım, korkularım. Bazen öyle bir oluyor ki yüreğim sıkışıyor sanki. Şöyle derin bir nefes alsam, iliklerime kadar yenilensem, huzur dolsa içime. Mutlu olsam her dakika, gözlerim ışıldasa, gülümsememi engelleyemesem. İnsanlar bir başka güzel görünse gözüme. Umutsuzluklarım, karamsarlıklarım terkedip gitse beni. Terketmesini hiç istemediklerimse hep olsa yanıbaşımda. Mesele elimi tutsa, sarılsa bana. Kokusunu çeksem içime. Hiç ama hiç şüphe, endişe olmasa içimizde, 'içimde'..

  O değil de, sıkılmamak istiyorum. Duvarlar var ya hani adamın üstüne üstüne gelen cinsinden, açılıversinler birazcık. Aldığım nefes ferahlatsa, rahatlatsa beni. Geleceğe yönelik endişelerim değil de umutlarım olsa inandığım.. Her hareketimin sonucunu düşünmek zorunda kalmasam bir de mesela. İstediğim şeyler hemen oluverse, beklemesem her biri için sabırla uzun zamanlar boyunca. Aynaya baktığımda gözlerim parlak gelse bana, omuzlarım dik.. Yataktan kalktığımda sonsuz bir huzur olsa içimde, kocaman, derin endişelerin yerine. Telefonuma baktığımda bir günaydın mesajı görsem en içteninden, mümkünse ondan olsa, "günaydın sevgilim" dese hatta.

  Yürüdüğüm yollarda ağaklarımın nasıl ilerlediğine değil de, gökyüzüne baksam huşu içinde. Bulutlar gülümsese bana, güneş göz kırpsa. Soğuk, tenime tenime işlerken, bir sıcaklık sarsa içimi, düşüncelerim güç verse bana o anda. Umutlarım  hep var olsa ve hiç biri yersiz olmasa... Korkmasam artık bir şeylerden, yersiz olsa tüm endişelerim, acabalarım. Hiçbir şey hayalkırıklığına uğratmasa artık beni, güvensem en derinden, içim rahat olsa. Huzur diyorum aslında... Yakamı hiç bırakmasa...

23.1.12

O yea man!

  "Ortalıkta erkeklerin kadınlardan daha güçlü olduğuyla ilgili bir dedikodu var! Hadi ama... Erkekler, siz aynı anda yemek pişirip, temizlik yapıp, telefonda konuşabilir misiniz? 20 santimlik topukların üzerinde yürüyebilir misiniz? 4,5 kiloluk bir bebeği 9 ay boyunca karnınızda taşıyıp 36 saat boyunca doğum sancısı çekmeye dayanabilir misiniz? Bütün gece ağlayıp ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi davranabilir misiniz? Erkekler, untumayın; KADINLAR SADECE OJELERİ KURUYANA KADAR YARDIMA MUHTAÇTIR!!! Sonrasında sizi mahvedebilirler."


15.1.12

Tek başıma..

Şu şarkı eşliğinde...
 
 Ailem dışında kimse yanımda olmadı benim aslında. Bir kaç tane çok sevdiğim arkadaşım var çevremde, bir de önemsediğim insanlar. Ama hayatımın büyük bir kısmını tek başıma yaşadım.


  Tek başıma yürüdüm kalabalık sokaklarda. Tek başıma yürüdüm, gece vakti, buz gibi soğuk sokaklarda. Tek başıma düşündüm hep tek başıma uyudum, tek başıma uyandım. Tek başıma özledim, tek başıma hayaller kurdum. Tek başıma sevdim, özledim, istedim. Tek başıma çabaladım. Ağır sorumlulukların yükünü tek başıma almadım belki omuzlarıma ama tek başıma ezildim yükün altında. Tek başıma çabaladım hep. Tek başıma korktum, tek başıma üşüdüm, tek başıma ısındım. Kendi elimi kendim tuttum, tek başıma umutlarım oldu benim, dahil olmadı çoğu kimse. Tek başıma kızdım, tek başıma çare aradım. Tek başıma inandım. Tek başıma heycanlandım, bekledim, heveslendim, bekledim, umdum, bekledim... Tek başıma inançsızlığa düştüm ama yine tek başıma inandım. Tek başıma farketmedim çoğu şeyi, annem farkettirdi, ama tek başıma ödedim bedellerini hatalarımın. Tek başıma aşık olmuşum bi de ben. Tek başıma olmasaydım şu an tek başıma olmazdım heralde. Tek başıma kırıldım, tek başıma onardım! Hep tek başıma sabahın kör karanlığında yollara döküldüm, yine tek başıma yürüdüm gecenin ıssızlığındaki sokaklarda. Tek başıma ıslandım yağmurda, tek başıma baktım gökyüzüne, tek başına izledim kar tanelerinin yere doğru süzülüşünü. Tek başıma konuştum sessizlikte. Tek başıma çaldım, söyledim, dinledim. Tek başıma utandım, tek başıma pişman oldum. Ben tek başıma zamanı geri almak istedim çok kere, tek başıma yapamadım ama. Tek başıma eğlenmedim hiç bir zaman. Tek başıma sarılamadım kendime. Tek başıma izledim çoğu kez denizi. Tek başıma daldım uzaklara, ufuklara. Tek başıma saydım yıldızları. Tek başıma konuştum. Tek başıma sordum, tek başıma cevapladım. Tek başıma yazdım, tek başıma çizdim. Tek başıma öfkelendim, küfür ettim. Tek başıma bekledim. Hep, hep tek başıma sevdim. Hep tek başıma düşündüm, düşündüm, düşündüm...
   Tek başıma gülmedim ama hep tek başıma ağladım. Tek başıma kaldım bir çok zaman, ama her zaman tek başıma olmadım. Bir sürü şeyi tek başıma yaptım ama mutlu olmadım tek başıma, gülmedim tek başıma, huzuru bulamadım tek başıma..

12.1.12

F

  Bugünlerde içimde bir neşe fışkırığı var, hayırlara çıksın inşallah.

Bugün Sparrow beni yakın arkadaşlarından biriyle tanıştırdı. Kahve falan içtik, arkadaşı falıma baktı. "F" harfli birisi çıktı. Kim o "F"li kişi hemen çıksın ortaya, 3 vakte kadar bekleyemem merak ettim. Anahtar mı ne bi şey vercekmiş bi de bana. Para kasasının falan anahtarı olsa bari..


  Bi de insanlar diyorum, ya tamamen iyi ya da tamamen kötü olsalar da haklarında nasıl düşünmem gerektiğine karar verebilsem. Bi öyle bi böyle bütün millet.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...