Pages

5.2.11

Business filan..

Dün sabah 9 sularında demişim ki;

  Yine bir iş ortamı ve yine bir boş zaman. Çook hoş. Gece 3'te yatıp, sabah 5'te kalkmış olmanın getirdiği dayanılmaz hafiflikle(!) daha kargalar uyanmadan kendimi şiş gözlerle, mahmur mahmur aynaya bakarken buldum. Göz kalemiyle gözümü çıkarmamaya dikkat ederek, makyaj yaptım, çıktım (ha arada da giyindim tabi). Bir de baktım hava hala zifiri karanlık. Ödüm kopa kopa en işlek yerlerden gitmeye çalışarak, aslında hiçbiryeri de işlek olmayan boş sokaklarda donaraktan hızlı hızlı yakın dostum otobüs durağına gittim. Ama yani sabahın köründe de o kadar kalabalık mı olur kardeşim? Demek benim birgün için söylendiğim, şikayet ettiğim şeyleri, o kadar insan, hergün yapıyor. Şükretmek lazım, yesss.

  Conrad Hilton'dayım bugün. Otel muazzam, boğaz ayağının altında derler ya, ondan. İçi de saray yavrusu gibi mübarek. Hsbc bankasının ülke temsilcileriyle yaptığı toplantı var. Koordine, idare ve asiste (tam türkçesi gelmedi aklıma, kızdığım tickyyyler gibi oldu biraz ama) etmem için, her biri ayrı ülkeden, sarıklısı, sarışını, zencisi, hintlisiyle tam 16 kişi! Otele çok kolay ulaştım ve her zamanki gibi geç kalırım korkusuyla erkenden evden çıktığım için, yarım saat önceden vardım. Tam asansöre binecekken zenci bir adam beni gördü ve "Where is the beautiful lady going?" didi, ahanda dedim, tamam bu da kesin asılıcak. Nedense(!) otellerde, hep yapıyolar bunu. Türkiye'ye gelmişmiş, çok yalnızmış, arkadaş edinmek istiyormuş, beraber birşeyler içer miymişiz, ama neden olmazmış, iş bitimini de beklermiş, miş miş miş. Ay zor kurtuldum elin sapığından (dur daha ne sapıklarını anlatıcam, bunları yazdığım anda ertesi gün olacakları bilmediğimden tabi ki). Ay yollu sandı beni ya, mal herif. Şimdi bankacılarım toplantıdalar. Hepsi üst düze yönetici, 78 kere tembihlendim aman dikkat et, çok önemli adamlar hepsi diye. İnsanlar etraflarında ceketlerini ilikleyerek dolaşıyorlar. Eh statü, etiket, kılıf, isim, mertebe... Ne denirse artık bu "hıyar"arşiye.  Dıştan bakınca hepsi godaman, saygıda kusur olmamalı. Annem hep anlatır bana, eskiden çalıştığı yerde hep müdürlerin toplantılarını ayarlarken öğrenmiş; koca koca, herkesin önlerinde eğildiği adamlar, kimi zaman çocuk gibi oluyorlar diye. Hatta birkeresinde aralarında yılbaşı çekilişi yaparlarken, tartışmışlar, birbirlerine küsmüşler filan. Haha. Hayal ediyorum da kocaman iş adamları çocuk gibi birbirlerine küsmüşler, "-Ben çıktım. -Hayır sen bana çıktın." derken sinirleniyolar filan, ay çok komik. E onlar da insan ama sonuçta, insan olmalarının yanısıra erkekler, ki aslında erkekleri "insanlar"dan ayrı bir kategoride tutmayı yeğlicektim de neyyyyse. Zaten bayanlardan çok daha geç olgunlaşıyorlar, hatta olgunlaşmıyorlar. Davranışları ve kişiliği oturmuş erkek az gördüm ben şimdiye kadar mesela. Türlerinin tek örnekleri, ah bu base men beni feminist etti hea. Neyse, mesela ben etrafımda koşuşturan, çekinen, ne yapacağını, nasıl yapacağını, nasıl saygı göstereceğini şaşıran, efendim efendim diye konuşan insanlar varken rahatsız oluyorum. Daha doğrusu bunlara ben sebep oluyorum diye vicdan azabımsı birşey duyuyorum. Bazıları geldikleri yerle övünür, hem burunları hem de başka bi tarafları havalanır ya gıcık oluyorum. Ben nerde çalıştıysam, patronumla da muhabbet kurdum, iş arkadaşımla da, çaycıyla da, temizlikçiyle de. Hatta o salak hıyararşiye göre alt kısımlarda gözükenlere karşı daha bi saygı duyma ihtiyacı hissediyorum sanki. Sempati duyuyorum, empati kuruyorum. ... Ahanda tam da şimdi, sözlerimi doğrular gibi oldu; yarım saat servis elemanıyla muhabbet ettik haha. Bana "Dışardan bakınca, işinizi gerçekten isteyerek yaptığınız belli oluyor, çok da güleryüzlüsünüz." dediii, ehe. Memnun ve de mutlu oldum. Responsibility crushes diyordum, sorumluluk önemli ya (gecenin sonunca 5 yıl yaşlanmış hissediyodum "sorumluluk" şeysinin yükünden dolayı), takdir almak ve işimi tam yapıyor olmak, herhangi birşeyde sorumluluğunu bilerek, o şeyi layığıyla yapmak mutlu ediyo beni (kimi etmez ki zaten.).

  Şu anda saat 9.45 (nayn törtiy-ingiliz aksanıylan), 11'de çıkacaklar toplantıdan, ben onlara ara molalarda, öğlen yemeğinde ve akşam yemeğinde yardımcı olucam, bu yüzden onlar toplantıdayken yan odadayım. Yanodaya yanodaya yanodaya digiturk koysalar iyi olurmuş. Eh bolcana toplantı, yani geçirmek zorunda olduğum bolca zaman, bolca kağıdın ve kalem olduğu için ara ara yazarım sağa defter.

Aynı gün öğleden sonra demişim ki;

  Sanki aradan günler geçmiş gibi ama 4-5 saat olmuş anca. Of bu ayakkabılar beni öldürdü. Şööyle spor ayakkabı rahatlığında bir topuklu ayakkabı yok mudur yaa??? Teknoloji ilerlesin. Olips manyağı olucam sanırım, önümdeki şeker kasesinin yarısını yedim (camı değil, içindekileri), iyi ki de olips sevmem ha, bi de sevsem kaseyle beraber atıcaktım ağzıma heralde. İnsanlarla uğraşmak zor, hepsini birden memnun etmeye çalışmaksa zulüm gibi birşey. Başarıyorum sanki de, bakalım, içip de kafayı bulunca daha bir mutlu olurlar tahminimce.

  

Aynı günün gecesinin bir vaktisinde demişim ki;

  Akşam toplantılar bittiğinde zar zor hepsini toparlayıp restoranta gittik, otantik dekorasyonuyla ilginç ama hoş bir yerdi. Bizim kocaman, karizmatik, nüfuzlu, yüksek mevkiiili beyefendilerimiz bir içti, bir içti ki evlere şenlik. İçtikçe zıvanadan çıktılar. Yaptıklarını biri bana anlatsa inanmazdım. Ne brbirlerine sapıklık yapmadıkları kaldı, ne bağıra çağıra şarkı söylemedikleri. Hele öyle bir dans ettiler ki, izlerken gülmekten yerlere yattım desem yeridir. Anaammm bir de erkek dansöz vardı, hayret ettim, o nasıl kıvırtmaktı öyle! Sonra o karizmatik, havalı adamların yarısı bana asıldı ahaha, inatla dans ettirmeye çalıştılar. İçtikçe kudurdular ama onları izlemek bile çok eğlenceliydi. Gözümle görmesem bu kadar olabileceğini tahmin edemezdim sanırım. O hareketleri "o" adamlardan hiç beklemezdim, çok iyiydi ya. İçki adamı ne hale sokuyor, biri geldi fransız bi dansı öğretmeye çalıştı; "Biz kızları böyle tavlarız, sen de tav oldun mu?" diye sordu, biri geldi; "Gözlerin çok güzel, incredible." dedi, biri ellerimi alıp üfleyerek ısıtmaya çalıştı, hele en son babam yaşında, toplantının sahibi en en genel müdür zenci adam bana "I know you want me, you know I wantcha" diye şarkı söylemeye çalıştı.



  Ha bir de sanki Türkiye'ye gelme sebepleri, bani dans ettirmeye çalışmak. O kadar sarhoşun içinde, daha da sorumluluk hissettim ve sadece el çırpıp iki yana sallanaraktan "dansımı" sınırlandırmaya çalıştım. Ben bile kendime "Ağır ol da, molla desinler." dedim. Haha ben bu kadar ağırbaşlı davranabileceğimi beklemezdim kendimden. Bkz. her bahar şenliğinde kafayı bulmuşlar gibi danseder, bütün sınıfı arkamdan 1 ay konuşturan bir insanımdır. Neysem, artık iyice saçmalayıp kadınların peşlerinden gitmeye başlayınca, anca yarısın ı toplayıp otele getirdim, kimi sonra gelecekmiş, kimi önceden gitmiş falan felan. Aramam gerekenleri aradım, hallettim. Oldu da bitti maşallah. Çok şükür. Sorumluluk denen şey adamı erken yaşlandırır ben onu anladım. İçemediğim ve içimden geldiği gibi dansedemediğim halde acaip eğlendim ve geberisiceye yoruldum. Yorgunluktan kendi kendime kelime türetmeye başladım, geberisiceye diye bi sözcük vardır umarım. Eve geldiğimde saat 1 olmuştu. Yani tam 18 saat çalışmışım, mesaiye girdi bol bol hehe. Yine yoğun bir döneme girdim ve bu durumdan hiç de şikayetçi değilim. (ertesi gün eve dönmeye çabalarken yaşayacaklarından haberiz olan Zeynep) Yarın yine sabahın köründe kalkıp, Tüyap'a gidicem, fuarda çevirmenlik yapıcam 3 gün, sonra da roman bütü var, ne ara çalışıcam bilmiyorum ama Allah büyük. Sonraki 5 gün de Haliç Kongre Merkezi'ndeki "Ben 10" şeysinde çalışıcam bebelere balon dicem inşallah. Yakın bir arkadaşım da olacak, güzel olacak umuyorum. Yarın fuarda da arkadaşım olacak, ne hoş. Bu yoğunlukta şu an kağıda yazmakta olduğum yazıları ne zaman bloga geçiririm onu da Allah bilir. Yorgunluktan gebermek üzereyim, ayaklarım koptu, tabanları acıtan topuklu ayakkabılar ölsün. İngiliz aksanınıza kurban <3

03.02.11

  Nihayet günümüze döndüm. Ahaha çok da uzun sürmedi yazıları buraya geçirmem. Ey insan! Sen benim gibi, servis otobanda non-stop gittiği için, evinin önünden geçip, Taksim'e kadar gidip, sonra dondurucu soğukta bi saat otobüs bekleyip, Taksim'den tekrar eve dönmeye çalışıp, anca 2,5 saat sonra dönebilir misin? Ha? Söyle bana? Yorgunluğumun üstüne yorgunluk binmekte ve baya bi süre bindirmeye devam edicek de. Fuar endüstriyel zımbırtılarla ilgili çktı iyi mi, puf. Bi de sahipleri Hindistan'lı. (yukarda bi yerde hintli demişim de bulamadım şimdi düzeltmek için) Of bu adamlar ne kadr pis ya, ayakkabısını çıkarıp simsiyah olmuş beyaz çoraplarının üzerinden ovalayarak ayaklarını dinlendiren mi istersin, çöp kovasına periyodik aralıklarla tükürenini mi istersin, gelip de yakınlarda bana önereceğin kerane var mı diyenini mi. Sabah bi tanesi geldi, "Birlikte olabileceğim, zaman geçirebileceğim önerebileceğin bi bayan var mı?" dedi, ardından "I will pay your expenses." diyip ardından "Do you have a boyfriend?" diye sorması o ahlaksız teklifi bana yönlendiriyo hissini verdi, umarım yanlış anlamışımdır. Niye bu kadar çok asılıyolar bana yaa? Güzel miyim, yoksa yollu mu gözüküyorum? Hahaha, neyse. Genelleme yapmak istemiyorum ama şimdiye kadar gördüğüm Hindistan'lı adamlar hakkında hiç de iyi düşünmedim. Hijyen bakımından. Ama benim patronlarım iyi ya, öle işveren olunca kendin bi halt sanan bizim bazı insanlarımız gibi değiller, ayakta kaldım diye sürekli oturtmaya çalıştılar beni, bizimkiler olsa, otururken görse, "Kalk, kaytarma." der, yalan mı? Değil. Dün gece de aslında ayrı bir masana oturmam gerekirken, zorla yanlarına aldılar beni, ama nasıl mutlu oldum, canım sapıtık bankacılarım. Gel de deme şimdi "Ne varsa gevurda var." diye. Ah ama o fransızla ettiğimiz dans... Gelirken Paris'in romantizmi mi bulaşmış üstüne nedir :P

  Aman Allah'ım bugün bir de öğrendim ki, o Hint adamların kafalarındaki sarıkların içinde aslında, doğduklarından beri günah olduğuna inanarak kesmedikleri saçları varmışş!! Şok şok şok oldum. Sonra dikkat ettim de hakkaten, kafalarının tam üstünde metrelerce saçı dolayıp da bezin altına saklamış gibi bir çıkıntı var, ayyyy doğruymuşşş. Çok merak ettim, biriyle kanka olsak da, çıkarttırıp baksam haha. Başka bir şey daha öğrendim ki, bu insanlar insanın 5 duyu organına sahip hiç bi canlıdan üretilen mamul yemiyolar, sıkı vejetaryanlar yani. Ay valla bunu, öğle yemeğinde yediğim bol etli, köfteli hamburgeri yerken düşünmedim bile.

  Kim Tüyap'ın mimarına, "Git, taaaaa fizanı (anasının gözünü) bul, oraya bir fuar merkezi inşaa et." demiş çok merak ediyorum. Eve dönmeye çalışırken çektiklerimi bir Allah bilir, bir ben. İstanbul dışından geliyoruz sandım bir an, git git git git git bitmedi yol. 2 kere de OGS'den geçtik, hala anlayamadım orası neresiydi. Servis durmadan Taksim'e kadar gittiği için, o yorgunlukla kafamı koltuğa yaslamış tam ta önünden transit geçmekte olduğumuz evimizin sokağına bakarken içim gitti, o andan sonra tonla yol gittik, akşamın bi vakti, bi taraflarım donarak yarım saat otobüs bekleyip, tafiğe takılarak aheste aheste sadece ama sadece 2.5 saatte(!) evime varabildim. Hala ben nerdeyim, dünya nerde çözemedim. Vapura binmiş gibi iki yana sallanıyorum şimdi. Daha ne yoğun günler bekliyo beni. Bi yerlerde düşmezsem iyidir haha. İyi geceler sevgili günlük diyesim geldi bi an, amma günlükvari olmuş haha. Halihazırda, çocukken her daim tuttuğum günlüklerimde "Sevgili günlük, bugün sana yazacak hiçbişey bulamadım." diyip geçtiğim çok olmuştur. Hadi bağalım ilerleyen günlerde, tatile girmemizle birlikte dönüş yaptığım businessworld'de neler olacak?

0 dedim, olacak!:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...