Pages

31.1.11

Daily Stuff Vol 13. (Sonsuza mı gidicek bilemiyorum.)


  Millet ne diye her bi halta küfür eder anlamam kii. Kızlar bile "ananı ..." diyo, lan sanki öle bi imkanın var da yapabilcen. Erkekler de aynı, karşındaki ağzını açsa, sen bi tarafını açıp da sıçabilcen sanki. Hayır yani ne gerek var ki günlük konuşmaları bu şekilde çirkinleştirmeye? Hele bir de bazıları var ki güzel bişey söyleseler bile küfür eşliğinde söylüyolar bkz. "çok güzel çıkmışın fotoda aq." gibi. Geçen facebook'ta "öldüren yorumlar" diye bi sayfa gördüm, koptum gülmekten hele bi tanesi vardı ki, bir resmin altına; "New York NY, Washington DC, Yozgat AQ" yazmışlar sırayla, ona çok güldüm, ama bu komikti kabul. İnsan! Acıcık daha toplu bir ağızla konuşsan daha iyi olacak, hoş zaten halihazırda çok da toplu olduğu söylenemez ya neyse.

  Bütün, uyuz, gıcık, kıl tipleri "Size erzakiye dağıtcaz." vaadiyle toplayıp, Yemekteyiz'e mi koyuyolar anlamadım ki, cık cık.

   Öyle tipler varki, ne varsa içlerinde yaşıyolar. Geçen gün dizinin birinde gördüm; adam aşk acısı çekiyo, sevdiği kadın da kankasıyla evlenicek, her bişey gözünün önünde oluyo ama adama nasıl hissediyosun diye sorduklarında, "Aa çok iyiyim, onlar çok mutlular, ben neden üzüleyim ki?!" filan diyo ama içinden kan ağlıyo filan. Yuh. Bense anında ne oldu, ne bitti, ne hissettim, ne düşündüm, naklen yayın tüm arkadaş kadroma. Çok doğru olduğunu sanmıyorum ben de, evet. Birazcıkın içimde tutucam ben de artık karar verdim, o yea.


 Hasta olmak kötü yahu. Ailecek yatak-döşek yattık bu hafta, çok şükür iyileştik ama. Sağlık en önemlisi vallaha. Bir ara herkes uyumuş evde, kapı çalıyodu langur lungur bi uyandım, herr yer zifiri karanlık, herkes uyuyo, dedim; "Hoop! Noluyoz, saat kaç, günlerden ne, ben kimim, araftamıyım? Hönk." Bi garip oldu.


  Annem adına, şu yakında başlıcak olan MasterChef yarışmasına başvuruda bulunmuştum, bugün aradılar, görüşmeye çağırdılar. Kabul edilen yarışmacıların 3 ay boyunca bir eve kapatılacaklarını öğrenince anında "Yok biz almayalım, alana da mani olmayalım." dedik. Oha ama annemsiz naparız biz 3 ay laağğnn, annem orda biz burda ağlarız heralde ahaha.

 
Dıştan nemrut gözüken bir surat, ufak bi gülümsemeyle nasıl da değişiveriyor hemen. Bense her daim muşmula gibi sırıtık ifademle dolaşıyorum ortalıkta, buna ne denir acaba?





  Finaller bittiği an dadil moduna girdim, oohh ne ala. Ama bi büt var ve çalışmak için çok az vaktim ve imkanım olduğu halde hala facebook'ta, orda, burda fink atıyorum. Nerde unuttum aklımı acaba, ah neredeee, vah neredee??

  Ajansımdan işler yağmaya başladı, çok mesudum. Bu Çarşamba yurtdışından gelecek bankacıları otele transfer etme ve toplantılara taşıma şeysi var, 5 gün sürcek, tenrim çok heycanlıyım, yaşasın ingilizce konuşcaaaammmm, oh yandan oh yandan. Peki tam da iş öncesi sesimin travesti edasıyla çıkması?? Sesim kısıldı yaa, hem de durup dururken, viyaklayıp duruyorum, böhüü :(

  Makarnaaaaa! Her gün yiyorum. Tanıyanlar, bu kızı makarnacıya verin diyolar haha.



Günün sözü -> Bize iki yuvarlak organ verildi; biri oturmak, diğeri düşünmek için. Başarınız, hangisini daha fazla kullanacağınıza bağlıdır. (Kapak again)
Günün Şarkısı -> Soad-Hypnotize
Kısa günün karı -> Hanidir bu bölüm yok, demek ki sakarlığımda ilerleme var. Oooo yeaaa!

30.1.11

Bir genç kızın dramı!

  Kulaklığını kendisiyle bütünleştirmiş bir insandım ben. Evde, okulda, iş yerinde, seyahatte, her yerde benimle. Pratik kullanımı, yumuşacık dokusu ve.. tamam saçmalamayı kestim, dramımı anlatmaya devam ediyorum; özellikle mutfağı toplarken, ev süpürürken, trafikte ve tuvalette, yani her yerde, her an müzik dinleyebilitesine sahip biriydim. Günün yaklaşık en az 5 saatinde kulağımda kulaklıkla dolaşırdım, bkz. artık bir uzvum gibi görüyordum onu, nitekim vaktiyle kopan her kablosuyla içim acırdı, şizofreniklik diz boyu. Nerde absürtlük orda ben eheh. Bağımlı gibi bir şey olmuştum, bir de son ses dinlerdim kiii, ohh yandan. Hatta etrafımdakiler korkuyordu, yolda kulaklık dinlerken tramvay filan çarpıcak diye. Ammaaa günlerden birgün annemin hışımla "Senin beyninde Allah korusun bi birşeyler çıksın da sorarım ben sana!" demesinin ardından içimi kurt sürüsü bastı, hay, hof, of, puf :S Şimdi azaltmaya çalışıyorum ama kulak tiryakiliği benimkisi, o kadar da kolay olmuyor. Günde birkaç şarkıya indireyim bari en azından dedim kurtların uluması ağır bastı, Bella Swan olmadığım için de, pek hoşlaşmadım ulumalarlan. Ayrıca hiç de hayvansever değilimdir, alakasız dipnot: kedilerden nefret ederim, kınayan buyursun hatta kına yaksın. Neyse, o gün başlayan garip başağrısı, Koca Yusuf'u çağırmamda itici güç oldu. Bir de birkaç gündür bulanan midemi de katınca işin içine, hepten 3 buçuk attım. Aslında ota boka, en ufak bi streste, üzüntü veya heyecanda midem bulanır ya neyse. Anında ara verdim vazgeçemediğim tutkuma.

  Upuuzuuuunn saatler, kossskoca günler boyunca hiç dinlemedim :( Etrafımdakilere karşı daha duyarlı hale geldim filan diyomuşum haha. Şimdilerde dualara başladım Allah'ım, inşallah şimdiye kadarki psikopatlık boyutlarına ulaştırarak kulaklıkla dinlediğim yüksek sesli şarkılar ve yakın dostum radyasyon fazla zarar vermemiştir beynime ve onun soğancığına filan diye.

25.1.11

Daily Stuff Vol 12.

  Hala kime, neyi, ne kadar anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Bunu nasıl anlıcağımı da bilmiyorum, ne hoşşş! Tek kaşımı kaldırmış bir bakışla düşünüyorum bunları içimden. Herkes Hollywood aktörü gibi mübarek, kime güveneyim, ya da birine güveneyim mi çözemiyorum. But the armor ought not to be put off. Aynen de öle. Ay aman be hayat ne karmaşık. Zeynep changed her relationship status with life as "complicated". 5 gün sonra da başka şey yaparım artık, ne de olsa çok basit bi iş bu bebeğim, o kadar.

Ayyy böle minibüsçüler de mi vardığğ?? Çok kullanmam minibüs, ufacık bişi (alışmışım otobüslere), şoförlerin elindeki veya viteste asılı tesbihi, aynaya asılı türlü hırdavatı, oraya buraya yapıştırılan cdleri, mor-mavi-kırmızı ve türevleri renklerdeki ışıklandırmaylarıyla veeeee arabesk-fantezi şarkılarıyla, minibüslerden nefret ederim. Neyse annemlerle bindik minibüse, gidiyoduk, bi baktım şoför hiç küfür etmiyo, insan gibi sürüyo arabayı filan. Sonra dikkat ettim de müşterilerle konuşması da pek bi kibar, "ablacım, abicim" diyo filan, bide herkes inip de son biz kalınca yolunu değiştirip, bizi tam da gideceğimiz yere kadar götürünce kopardı benii. Amann Allah'ım dedim bu adamı anlatacağım blogumda. Böle minibüs şoförleri de varmış, hepsi böle olsa ya.

Bilgisayarımın ekranına konan sineği mousela kovalamaya çalışınca bi an kendimden korktum.
 
  Geçenlerde de tek başıma karşı kıtaya geçtim. Tam boğaz köprüsünden geçerken, bütün millet kafalarını kopma noktasına kadar çevirip boğaza bakıyolar, onu farkettim. Nedir insanlardaki bu deniz merakı bakayım? Bütün denizler benim, bakmayın be. Deniz benim tutkum bikere. Geyik bi kenara, deniz kavramı farklı olmuştur hep benim için, özgürlük, huzur, mutluluk kavramlarını bütünleştiririm hep denizle. Hani bıraksalar sabahtan aşama kadar izlerim o derece. Zaten çocukken de dudaklarım morarana kadar çıkmıyomuşum denizden haha. Yok vazgeçtim kanoculuktan dalgıç olcam. Ay hepsi susal şeyler, ikisini de yapayım madem çok ısrar ettiler. Amma, lakin, fakat, diğer açıdan, boğulmaktan da çok tırsarım. Neyse. Sonuç olarak merak ediyorum; kimin kafasından ne geçiyo acaba denizi seyrederken, ya da bişi düşünmeden, bakacak daha ilginç bişi bulamadıklarından mı bakıyolar acaba?

  Fazla romantik olmamak lazım. Anti emoyum artık ben. Sert şarkılarımı çok seviyorum. Yaşasın rock-metal!   \m/ Hele üzgünsem, kırgınsam, depresyonun eşiğindeysem veya surat asıp somurtmama ramak kaldıysa özellikle sert dinlerim. Çökmek yerine hiddetleneyim, havaya gireyim hatta bileneyim. Break down olmaktan iyidir. Beni öldürmeyen acı giçlendirir. Ahaha ne alakaysa. Ay bi de dikkat ettim de insanlar genellikle kokulara bi mana, hatıra filan yüklerler, ben şarkılara yüklüyorum, yüklüyodum daha doğrusu. Bi şarkıyı 30 kere dinlediğim için, o sıralar neler yaşıyosam, onları hatırlatıyo bana o sıra dinlediğim şarkıyı başka zaman dinleyince. Fekat bugünlerde nahoş anılarımın üstüne gider oldum (benden beklenmeyecek hareket-applause.) Şarkıları yada parfümleri, herneyse, başka başka şeylerle etiketleyip, kendimden uzak tutmaktansa, inatla dinliyorum, sürüyorum ve güzel ya da sadece nötr şeylerle ilişkilendirip, interactiona devam ediyorum. Bu örnek bi "metafor"du.

    Ayyy bu hafta ne gezdik ne gezdik anlatamam, bu sefer yazacak bişey bulamadığımdan değil, yazacak vakit bulamadığımdan yazamadım, ahaha ne kadar ukalayım Tanrımm. 3 günde 3 kere Forum İstanbul'a gittim en basiti. Ayaklarım hala ağrıyooooo böhüü. Taşınma faslımız yakınlaştığı için ne kadar ev yapı marketi varsa dolaşıyoruz annemle; İkea, Praktiker, Bauhaus vb. Oha ama o kadar güzel de şeyler var ki. İkea'da hot dog çok ucuz hehe. Decathlon diye de bi spor mağazası varmış, yeni öğrendim, bayıldım. İçinde her spor dalıyla ilgili ıvır-zıvır var. İlerde çok param olursa çok yaygın olmayan bi spor dalıyla ilgilenicem inşallah, kanoculuk olabilir mesela hohoho.

  Bütün işlerimi bitirip, gecenin körü sessizliğinde, sadece yağmur sesini dinleyerek okunan Dan Brown kitabı kadar güzel şeyler çok az. Ufacık ufacık şeylerle mutluluk duymak çok hoş.


Günün sözü -> Don't worry about what people think, they don't do it very often.
Günün şarkısı -> System Of A Down-Aerials

İdare edemem annee!!

  Kimse birşeyi yanlış anlamasın, aman sorun olmasın, kimse alınmasın diye düşünüp durmak, arada kalmak ne yorucu lan. Ne yapacağımı şaşırıyorum bazen. Niye bu kadar komplike eder bazı insanlar olayları bilmem ki! Tek taraflı düşünmeseler sorun kalmıcak ama gel de anlat. İlla kıçlarından anlıcaklar lafı. Sadece kendimle ilgili konular da değil, etrafımda bu tip olaylar olduğunda da kırgınlık, dargınlık, yanlış anlama-anlaşılma, cart curt olmasın diye de çok uğraşırım. Bi de mesela kavgadan kaçarım. Biri bişey dese, baktım iş kavgaya, tartışmaya gidecek uzatmam, kısa keserim, alttan alırım. Konuşamadığımdan mi? Hayır, zehir gibi, çok güzel dilim vardır. Kavgadan korktuğumdan mı? Hayır. Allah ne verdiyse bi indiririm varya feleğini şaşırır karşımdaki. Ama sakinlik taraftarıyım, gergin ortamları sevmem öyle, gerek de yok. İnsan! Sen de düşün lan acıcık bunları, off. Niye hep ben düşünüyorum ki. İdare et, idare et, idare et... Yeter artık ama idare edemem annee!!

22.1.11

The moment of Realization Vol 1.

yine bir moment of realization...


  Analizler ve takiben moment of realization fırtınası devam ediyoorr. Farkında vardığım bazı şeyleri, "Hatasız kul olmaz" ilkesine dayandırıyorum ama bakıyorum ki çok da dayandırmamak lazım çünküm bazen, bazı şeyler kendini belli ediyor, bunları görmek, anlamak, değerlendirmek ve bunları anlamak gerek, bu da hep hatasız kul olmaz demekle olmuyo. İnsanlar neden göründükleri gibi olmuyo ki? Malesef çoğu zaman (her zaman) göründükleriinden farklı oluyolar. En son yaşadığım the moment of realization, son zamanlarda yakın arkadaşlarımdan birinin tuhaf davranışlarını düşünüp irdeleyince karşıma çıkan ve hiç de hoşuma gitmeyen bir sonuç sayesinde oldu. Kötü oldu. Too poor.

  Çoook uzun zamandır aklımın takıldığı bi nokta var, hala da çözebilmiş değilim. İnsanlara iyilik (iyilik kavramını genel olarak kullanıyorum, biçok şeye refer ediyor) ederken bir karşılık beklenmez tabi (acaba?) ama anneme de sorarım hep "Anne biz herkesin iyiliğini düşünüp onlar için güzel birşeyler yaparken, neden hiç bizim davrandığımız gibi davranmıyo diğerleri?" diye. İyilik yap denize at belki ama ben bekliyorum kardeşim benim gösterdiğim iyiniyetli davranışları karşımdakinden de görmek. Olmasınlar artık kıskanç, kibirli, bencil, yalancı filan. Aklıma takılan kısmı burası; çözemedim, nasıl olmalı? Hakedene hakettiği gibi, ne kadar ekmek, o kadar köfte, aynan olayım bebeğim, mü olmalı yoksa herşeye rağğğmen sen kendin ol, içinden gelenleri yap karşılığını düşünmeden, mi? Çoğu zaman hayalkırıklığına uğrasam da, kazık yesem, üzülsem, karşılık göremesem ve beklentilerim beklemede kalsa da yine ve yine, enayi bi şekilde, tamamen iyi niyetli bir insan olmaya ve o şekilde davranmaya itiliyorum içten içe bir şekilde. Aslında insanı insan yapan şey bu birazda. Alçakgönüllülüğe çok önem versem de bu konuda alçakgönüllü olmicam, ailemdeki insanlar ve benim gibi insanlar yok çok fazla. Hep bizim gibi insanlar görmeye çabalıyorum etrafımda, bizim gibi gerçekten iyi (iyinin anlamı bu kadar sıradan olmak için fazla derin aslında), dürüst, güvenilir, temiz kalpli ve düşünceli insanlar görmeye. Sadece bikaç tane görebiliyorum ama bilmiyorum onlar da beni hayalkırıklığına uğratır mı diğerleri gibi. Kimseye ve hiçbir şeye güvenmeme konusunda  paranoyaklaşma yolunca ilerliyorum, kötü. Bilmiyorum kazık yer miyim yemez miyim. Oynat zamancım, yaşayalım görelim. Sonuç olarak iyi niyetimden vazgeçmicem ama hakkaten hakedene hakettiği gibi davranmaya devam, aynan olayım bebeğim.

21.1.11

Daily Stuff Vol 11.

Evvet çok şükür, bir final dönemini daha ufak sıyrıklarla atlatmış bulunuyorum. Eh çok da fena değildi hani, 1 büt zaten garanti ama hadi bağalım. Bugün dönemin son finalinden çıkmış olmanın getirdiği rahatlamayla, içimizdeki çocukları salıverdik Hergele'ye. Saçmaladık da saçmaladık. Apaçi dansı ve emo pozları parodileri yaptık filan ahaha. Hergelenin ortasında açtık apaçi müziği bide video kaydettik ki rezilliğimiz tescillensin filan haha. Baya da bi eğlendik ama, az gülmedim. Finallerin bitişini kutlamak için yemekhanede plastik kadehlerimizi tokuşturmaya çalıştık, olmadı. Öpüştük, vedalaştık filan, yine "1.5 yıl sonra nasıl vedalaşacağız acaba :( " diye düşündüm ve hafiften bi hüzün geldi, öküz gibi oturdu. Ama bu sefer, bunu düşünen tek kişi ben değildim. Keşke bazı şeyler gerçekten hiç bitmese...

  Bugün sınavını olduğumuz ders İngiliz edebiyatıydı. "Shall I compare thee to a summer's day? Thou art more lovely and more temperate..." (Oh my Shakespeare!) Hocamız ilginç bi hatun; sınavda defter-kitap açmak, yanındakiyle konuşmak, kağıt değiştirmek, arkana dönmek, mesaj çekmek filan herbişi serbest. Bi de garibim hastaymış, "Sessiz olun, ben biraz uyicam." dedi. Bi de demesin mi "Hikayeden istediğiniz bi karakteri açıklayın." diye, ohh yandann. Keşkem bütün hocalar ve sınavlar böle olsa hehe. Ay bu aralar da hep sınav muhabbeti olmuş, neyse bi dahaki vize dönemine kadar susar otururum heralde, sıçtın mavisi itiyo çünkü beni bunları düşünmeye.


  Sobanın bazı güzel yanları da varmış yahu. Üzerinde kestane pişirmek, ekmek kızartmak, eline gelen çerçöpü çöpkutusuna gitmeye gerek kalmadan içine atmak gibi filan. Genel de yemekle ilgili bu güzel yanlar ama. Bu da, vücudumun bazı bölgelerinin giderek büyümesini biraz olsun açıklıyor. Kışın tıkınıp, yazın pareomdan ayrılamıyorum, oh yandan.


Buradan, Fındıkzade dolaylarında, ana cadde üzerinde açılacak olan kebapçı salonuna "Neden Urfa Baboş Kebap Salonu" adını veren insana selam ve sevgilerimi yollayarak, kendisini gönülden kutluyorum.


  Geçen gün de bir alışveriş merkezinin asansöründeyken, orta yaşlı bi bayanın asansörden inerken gülümseyerek bana "İyi akşamlar" demesi üzerine şaşırdım, şaşırmama da şaşırdım. Sonra da düşündüm. Günlük hayatta aslında hep bi şekilde dipdibe olduğumuz ve tanımadığımız insanları, hep görmezden geliyoruz. Sanki etrafımızda yokmuşlar gibi davranıyoruz. Bu en bariz oturgaçlı götürgeçlerde gözüme çarpıyodu hanidir aslında. Sıkış tepiş o kadar insan, dakikalar hatta bazen saatlerce aynı oturgaçlı götürgeçin içinde dibdibe, yanyana ve hatta bazen (çoğu zaman) malesef sırt sırta, kol kola, neredeyse elele (oha) yolculuk yaptığı halde, bırak tek kelime etmeyi, gözlerini bile birbirlerinden kaçırmaya özen gösteriyorlar. Halbuki herkes birbiriyle muhabbet etse filan diyomuşum, yok canım o kadar da değil, ama en azından bi "Günaydın", "İyi günler", "Çok yaşa", "Teşekkür ederim."  demenin öcüce bişey olmadığını farketseler daha iyi olurdu. Bu heryerde de böyle. Nedir ki bunun sebebi? Yabancılara, dışarıya karşı kapalı olmak mı, isolation isteği mi ya da bir tür savunma mekanizması felan mı? Yadırgamıyorum aslında çünkü aynı şeyi ben de yapıyorum ama tanımadığım bir bayandan sadece bi "İyi akşamlar" sözünü duymak bile nedense çok hoşuma gitti. Ayy herkes böööle eski zamanlardaki, beyefendi gibi beyefendi ve hanımefendi insanların olduğu zamanlardaki gibi konuşsa, davransa filan ne hoooş olurdu.

  Bu evde banyo yapmak da ayrı bi dert yaa! Bahara kadar yıkanmıcam demiştim ama dayanamadım. Bu sigortanın benimle ne alıp veremediği var bilemiyorum ama nedense hep ben banyodayken atıyo tepesi. Şafak sayar gibi, evin inşaatının bitmesini bekliyoruz. Bugün şafak 30.

  Yavaş yavaş insan analizi yapmaya başladım sanırım. "İnsan analizi" ayrıca haha. Alt metinlerini okuyo gibi oluyorum bazen. Çok şey görmedim tabi ki hayatta ama artık bazı şeyleri anlayıp görebiliyorum, analiz edebiliyorum, çözebiliyorum. O yea.


Günün Sözü -> (Arkadaşımdan gördüğüm bi sözün üzerine kendi eklememle) Gravitation is not responsible for people falling in love but responbile for wood-like-people falling on our heads.
Günün Atfı -> Don't take humanity too seriously. In the end, we're all playing human.
Günün Şarkısı -> System of a down - Shop Suey

15.1.11

Bana salaklığın resmini yapabilir misin? Ben yaparım.

  Bir varmışşş bir yokmuş, günlerden bir gün salak bir kız roman sınavına girmek üzere sabahın köründe kalkıp okula gitmiş. Arkadaşlarıyla kahvaltı yapıp, olmayan güçlerini birleştirerek sınav için kütüphanede çalışacaklarmış. Kahvaltıdan sonra baya bi çalışmışlar, kızımız bi güzel "Her bişeyi öğrendim, hatta sınav güzel geceçek sanki lalala." diye bile düşünmeye başlamış. Sonra sınav anı gelip çatmış. İlk soruyu okuyunca aklında beliren ilk şey "Fuck!" olmuş, hayatında ilk defa "Boş kağıt mı versem acaba" diye düşünmüş. Ufak umut kırıntılarıyla ikinci soruya baktığında, yine aynı şeyi düşünmenin hayalkırıklığını yaşamış. Çaresizlik içinde etrafına bakınmış. Sonra tekrar ve tekrar okumuş soruları, sonra nerden geldiğini anlayamadığı ilhai bir güçle başlamış yazmaya, bir yandan da emin değilmiş kendinden. Sonra önünde oturan arkadaşının kağıdında yazanları görmüş, iki soruyu da farklı yapmış o. Kızımız romanları okumadığı ve önündeki arkadaşı da okumuş olduğu için onun cevaplarının doğru kendininkilerin yanlış oılduğunu düşünmüş veee kendininkileri silip, gördüklerini yazmış. Ah bi de güzel döktürmüş, quotation'lara göndermeler yapmış felan. (Rezil olcam lan hocaya) Neyse, sınav bitmiş, çıkmışlar. Bir de öğrenmiş ki, önündeki arkadaşı yazdıklarının yanlış olduğunu farkedip düzeltmiş. Yani kızımızın yazdıklarının heepsi yanlış olmuş, olmuş. Kız şoka girmiş. Hikaye burda bitmiş. Sonra acı gerçekler başlamış. Salaklığın da bu kadarı! İnsan doğru yazıp, sonra silip yanlış yazar mı? Aslında yazar, ama bunu başkasından gördüğü için yapar mı? Yaparmış, gördüm. Mal mısın,tipin mi öyle gösteriyo Zeynep? Sanırım her ikisi de. Bi ara sinirden tansiyonum filan çıktı sandım. Ya büte kalmış olmam filan umrumda değil de,nedendir beni bu kendime olan güvensizliğim, yetersizlik hissetmem felan? Offf çok kızdım kendime çoook. En önemsiz kıytırıktan bir sınav için bile nabzını 90'lara fırlatma, elini ayağını titretme yeteneğine sahip biri olarak, ilk defa bir sınav için "Amaaann niye bu kadar stresleniyorum ki? Olursa olur, olmazsa büte kalırım nolcak ki?" filan deyip hayatımda yine bir ilki gerleştirerek bir sınava o kadar az hazırlanıp girdiydim. Sonuç olarak, "Bundan önce yaşadığım stresler, heycanlar, bi taraflarımın tutuşarak ders çalışmak için kafayı yediğim zamanlarki telaşım, ne kadar gereksiz-miş." demek isterdim ama malesef. Daannnn! Acı gerçekler. Hayatımda yine ve yine bir ilki gerçekleştirerek bir finalden 0 çekicem, o yeaaa.

14.1.11

Hayat bi hazır çorba olsa?

Çok pis hazır çorba yaparım.

Bu akşam hazır çorba yapıyordum, "Yahu olay ne kadar da kolay" dedim. Nasıl yapıyorlar bilmiyorum ama, bi toz hazırlıyor adamlar, herşey içinde. Tek yapmam gereken şey üzerine su koymak. Sonra sihir gibi birşey oluveriyor, görüntüsü, kokusu, miktarı, yoğunluğu, tadı, herbişeyi değişiveriyor. Hayat da bi hazır çorba olsa ya. Nasıl olurdu acaba? Defterlerimin, kitaplarımın üstüne su döksem, hepsi karışıp çorba olsa, bi içsem, hepsini öğrensem filan. Bi yer olsa, herşeyin toz halini satsa, birazına su koysam hayalimdeki erkek olsa, diğer birazına su koysam, deste deste para olsa, başka bi birazına su koysam, roman sınavında çıkcak sorular olsa filan falan. Ahaha hayal dünyam çok geniş meeenn. Ama ama, güzel olmaz mıydı? Bence olabilirdi, evet. Belki bunlar çok ütopik oldu kabul de, bari en azından bir toz olsa da üstüne su döksek, etli sarma dolması oluverse? Hadi ama ya, bari onu yapın! Teknoloji mi ilgilenir bu konuylan? Ahh ah, sınav döneminin psikolojim ve ruh sağlığımın üzerinde yarattığı değişikliklerle, böyle saçmalayabilme ve şizofrenikleşme potansiyelimin  ne kadar fazla olduğunu anlamış bulunuyorum. Ay ne de güzel saçmalarım ben. Nezir de bana saçmalıcak yarınki sınavda. Amaaann olursa olur, olmazsa olmaz canım. Hiç olmadı büte kalırım hem, nolcek? En azından taşınmak için kara kara şafak sayarken, bi değişiklik olur. Yine telaş ederim, streslenirim, biraz çalışmaya çalısır, okula giderim, arkadaşceğizlerimi görürüm falan. (Şimdiden kaderlerini belledim ahah hatta nihahaha) Aaa iyiymiş lan haha. Aamaan bee çalışmıyorum uleynn! Ehueehe. Şakka len şaka. Ben yine de çalışmaya çalışayım acıcık daha. Büt büt atıyor kalbim demeyeyim şimdi hiç yoktan. Ah Nezir, vah Nezir sen neymişsin sen, bütlere düştük senin yüzünden. Ay yok tövbe tövbe, Allah muhafaza. Bari bi toz olsa... Tamam sustum ehehe.

Bu arada "kaçanzi" nedir ya? Böğk.

12.1.11

Final Günlüğü

  Sonunda gelmiş çatmış olan final dönemimiz (hayırlı, uğurlu, AA'lı olsun) sayesinde, blogceğizimden uzak kaldım birkaç zamandır. Özlemişim seni kerata. Velhasıl, finaller, diğer bir deyişle, açılımı "Fuck, I Never Actually Learnt this Shit" olan Finals, öğrenci milleti olarak canımızı yemekte, kanımızı emmekte, beynimizi kemirmekte, neşemizi söndürmekte, enerjimizi öldürmekte ve kafayı yedirtmekte. Formeyşın olayı hala belirsizliğini korusa da inek gibi çalışıp, final sınavına girdik. Çok güzel sallarım ben, "Allah'ım bildiklerimi yaptır, bilmediklerimi attır, attıklarımı da tutur yarabbim." Amin, cümlemize inşallah.

  Final döneminde sandalyeyle popomun bir bütün olması ve kafamı 90 derecelik açıya ulaştıramamış olmak, zaten yeterince kabarık olan iştahımı daha da kabartı. Masanın üstünde, ders materyalinden çok abur-cubur çöpü var; muz kabuğu, boş brownie paketi ve (tabi ki boş) çerez paketi bunlardan "yalnızca" birkaçı. Hem ders çalışmaya çalışırken insanın aklı neden apalakasız şeylere kayar ki? Psikolojik midir nedir? Ders çalışmaya başladığım anda ya oje sürmek için kalkıyorum ya da çekmece toplamaya başlıyorum filan. Eminim tüm öğrenciler bunun gibi tecrübeler yaşıyordur, Ayhancan hariç, o insan mı ki zaten?! Gırtlaklıcaktım geçen az kalsın zaten de, neyse.

 Bugün ispanyolca sınavı olduk, beklediğimden daha iyi geçti, mutluyum. Lakin bir bölüm vardı ki, orada, hocamızın -1 seviye olduğunu iddia ettiği, karmaşık cümlelerle dolu bir hikaye kitabıyla ilgili sorular vardı. Son soruyu anlamadım ve yanımdaki arkadaşıma sordum; "Son soruda ne diyo?" diye, o da; "Çocuğun naptığını soruyo." dedi, ben de; "Napıyo ki?" dedim, "Sandalye yapıyor." dedi,  "Hı? :S Sandalye mi yapıyor?" dedim, "Evet." dedi. Sınavın ilerleyen dakikalarında bir 3 kere daha sordum "Sandalye yapıyor dimi?" diye, "Evet." dedi kızcağız 78.kez. Sınavdan sonra anladım ki çocuk meğer sandalyeyi yakıyormuş. Duyma yeteneğime hayranım, başka yorum yapmıyorum, daha da Davos'a gelmem.

11.1.11

Daily Stuff Vol 10.


  Sakarlığın sınırlarını zorlamaktayım. Kısa günün karı kısmına sığmayacak yakında. Bardağa her çay, kola, su, meyvesuyu ve türevleri sıvıları koymaya çalıştığımda bunu dökmeden becerebildiğimi hatırlamıyorum. Az önce de 2 cm. mesafeden çay bardağına koymaya çalıştığım 3 küp şekerden 1'ini yere düşürdüm. Bana kocaman bir alkış! Geçenlerde de buzdolabına yerleştirmek amacıyla elime aldığım 10 yumurtadan 6'sını kırdıktan sonra, annemden sağlam bir fırça yeniştim. Oh yandan vol.1845.

  Farkettim ki; önümdeki tablonun ayrıntılarına ne kadar takılırsam, ne kadar derine inip, kafa patlatmaya çalışırsam, manzaranın bütününü görüp de, ortada olan asıl şeyi görmekten de bir o kadar uzaklaşıyormuşum, evet. Hem düşün düşün nereye kadar canım, yoruldum, sıkıldım, bıktım, nokta. Bu kadar stratejiyi satranç için düşünseydim, satranç şampiyonu olurdum hani. "Bazı şeyler"i görmek de iyi olmuyor değil, evet hoşuma gitti, egomu yükseltti, daha mutluyum. Demek ki o kadar da önemsenmeyen biri değilmişim, o yea.

  Ben, her yaz geldiğinde "Off, kış bir gelsin de, hiç off demicem" diyip, kış geldiğinde de "Yaz bir gelsin, bu sefer hiç of demicem" diyen ama yine yine yine "Off" diyen cinsten bir insanım, neden bilmem. Ekosistem ya da kısır döngü gibi birşey sanırsam ya da rom-cycle ahaha.




  Merak ettim de, 5 kişiyi öldürüp, 1 kadına tecavüz eden birinin, suçunu itiraf ettikten sonra 10 yıl hapse mahkum edilip de, daha mahkeme tamamlanmadan tahliye edildiği bir ülke nereye gider?




 Bazı kelimelerin Öztürkçe'deki karşılıklarını söyledi annem, çok güldüm. Minder: gel bize koyayım götüne (hayır, aslında hiç de ayıp gelmedi.), otobüs: oturgaçlı götürgeç, sigara: tütünsel dumangaç'mış. Daha fazlası için araştırma yapıcam çok hoşuma gitti. Ama bunları günlük hayatta kullansaydık hoş olmaz mıydı ya? "Uf oturgaçlı götürgeçi kaçırdım." veya "Tütünsel dumangaç çok zararlı." filan demek istiyorummmm!

Günün sözü -> "Gidiyorum" dedim. "Cehenneme kadar yolun var." dedi. "O halde daha çok karışılaşırız!" dedim. sustu. (Ahaha kapak olsun.)
Günün şarkısı -> Drowning Pool-Tear away

8.1.11

I go, you go, we go.

"...insanlara aldanmayacak kadar taş kalpli olmasın."

  Doğruluğu hayret verici bir söz. Facebook'ta moda oldu; böyle ünlü düşünürlerin, yazarların filan anlamlı sözlerini yayınlıyor bir sürü grup. Camel Süreyya, Sunay Akın, Paul Auster ve nedense Yılmaz Erdoğan(!) ve Ceyhun Yılmaz(!) bu ünlülerden başlıcaları. Düşündüğüm bu değil tabi. Her bir "birey" bu sözü kendi algılarınca değerlendiriyor. "Vay be!" diyor, "Ne kadar doğru.", "Lanet olsun kötü insanlara", "Tabii ya, taş kalpli olmak gerek böylelerine" diyor. Gerçekten aldanılmaması gereken insanlar da bunu söylüyor. Çünküüüü kendi gözlerinde, onlar birer melekkkk! (A) Hep başkalarıdır onları üzen falan filan. Kendilerinin üzdüklerini görmezler ama bu mükemmel kişilikler. Herkesin bir algısı var ve herkes kendisine göre dünyanın merkezindedir. Aslında düşününce çok doğru; ben, örneğin, bu dünyayı kendi gözlerimden görüyorum (yok ebemin gözünden göreydim bi de). Sahip olduğum olabileceğim tek görüş (bakış değil) açısı (teknoloji ve bilim coşup da bluetoothla farklı kişilere ait gözleri birbirine bağlamayı başarana kadar), oturduğum-durduğum yerden sahip olunabilecek tek açı. Ne kadar istesem veya uğraşsam da başkasının açısından göremem dünyayı, onların hissettiklerini hissedemem (belki anlayabilirim, bkz.empati) ama aynı onların hissettiği gibi hissedemem. Senin dünyanın merkezi sen, beninkininse benim. Onunki onun, bununki bunun. Ben, sen, o, biz, siz, onlar, I go, you g,o we go, hatta ahaha.  Çok saçmalamıyım, bilmem kaç milyar insanın her biri için dünyanın merkezi kendisi. Ne çok merkezi varmış dünyanın da hee. Bencillik değil bu dünyanın merkezi olma olayı, benmerkezcilikten bahsetmiyorum. Herkes kendine göre dünyanın merkezi olabilir, evet ama unutmamak gerekir ki bilimsel olaraktan hepimiz Dünya'nın magma dolu olan merkezine eşit uzaklıktayız (dersimiz fizik), yer çekimi ve Newton'ım sağolsun.


  Başta aklıma gelen şeye dönersemmmm (nerden nereye atlamışım, atlarım ben), herkes kendini biliyor vesselam. Sırf kendisinin aldatıldığını, kazık yediğini ya da kandırıldığını filan sanıyo. Ama biraz da kendi kırdıklarını, acı çektirdiklerini, kandırıp, aldattıklarını farketse ya. Bir dön bak kendine, sen çok mu iyi birisin ki başkalarının kötülüğünden yakınıyorsun? Böyle sözlere "Vay be, ne doğru!" filan deme o zaman, acıcık kendini de gör, sandığın kadar "masum" değilsin bebeğim aslında.

6.1.11

Daily Stuff Vol 9.

  "Muhteşem Yüzyıl" yeni favorim. Tarihi çok severim. Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatıyo. Hem keyifle, hem de eleştirerek izliyorum. Çok garip geldi birçok şey; sultan gelince herkes kafasını eğiyor, kaldırmıyor, insanlar başları aşağıda geri geri odadan çıkıyor, sultan her gece başka bi hatunla laylaylomda, herşey özellikle de kadınlar, sultanın malı filan. Feministliğim çoştu, anarşikliğim tuttu. Ama diziyi çok beğendim yine de, takip edeceğim tek dizi olucak sanırsam. Ayrıca müstakbel Hürrem sultan, Alexandra, the femme fatal, katledilen ailesinin ve köle olarak satılmasının intikamını almak için, Sülüman'ı kendine aşık edip, onu parmağında oynatmayı amaçlıyor. Kendine güveni de var he. Aslında bütün erkeklere müstehak öle bi kadın. Ben de isterdim, bir bakışımla adamı deli edeyim, peşimden sürünsün, ölsün, gebersin, kölem olsun hatta filan ahaha. Hepsi hakediyo bence, hepsi de aynı bok mudur acaba? Bilmiyorum gerçekten öyle midir ama bana şu an öyle geliyo valla. Yürü be Alexandra, kim tutar seni?

  Aslında o kadar da basitmiş meğer. Bir arkadaşın söylediği gibi; "Birisini aklından çıkaramaman, sadece aklına girecek bir başkası olana kadar sürer." diye. İnsanoğlu hakkaten ilginç.

  Buradan laf atmayı, "Uf, off, hey yavrum be..." vb. laflar etmeyi, birşey sanan, IQ seviyesi yerlerde sürünen insandan bozma kırolara selam ve sevgi(!)lerimi yolluyorum.

  "Ben" ve "Yemek yapmak" sözcükleri yoğun istek üzerine artık aynı cümledeeeee! 2 gündür mutfağa giriyorum vee evet, bu bir muzice; Ben Yemek Yapıyorum! Ben de hayret ettim kendime. Hiçbir ev aktivitesinde, temizlikte, derlemekte, toplamakta ve türevlerinde rakip tanımamama rağmen yemek yapmakla hiç ilgim olmadı şimdiye kadar. Yeteneğim mi yok, uğraşmayı mı sevmiyorum yoksa yemek yapan biri (annem) var zaten diye mi bilmiyorum ama cooking olayıyla yakından uzaktan alakam olmadı pek. Ama 2 gündür yemekleri ben yapıyorum ve övünmek gibi olsun ama çok da güzel oluyolar, evet başkaları da söledi aynı şeyi canım. Dün, köfte, patates, makarna, bugün de yeşil mercimek yemeği yaptım. Zevkliymiş de.

  Yumurta artık kapımda, kapıyı çalıyor. Duymazlıktan gelmeye devam etmekte kararlıyım. Vicdanım beni tehdit ediyor. Sanırım artık ders çalışmaya başlamalıyım. Ay bir insan bu kadar mı istemez ders çalışmayı yahu?! Napıceğım ben yarebbim?! Aynen bu cümleyi söyleyeceğimi yazmıştım geçen. Uf bir de ödev vardı ama ödev mi? Ödev ne arar la Zeynep'te? Track geldi anasını satayım. Of, hof, pof, uf, puf, üf, püf, hatta oha, çüş. Saçmalamakta ısrarlıyım.

  Geçen gün 3-4 saatlik kısa bir iş için ajanstan çağırdılar. Uyandıktan 20 dakika sonra otobüste buldum kendimi. Aceleyle giyinmeye çalışırken ben mi kıyafetlerimi giydim, onlar mı beni giydi bilemedim. Takvim yaprakları düzenleme gibi bir işim vardı. Basit ve zevkliydi. Çabucak da bitti. Oradaki insanlar sanki başka bir evrenden gibiler, anlamıyorum da neden öyleler. Varya kesin başka bir sürü yerde daha vardır onlardan. İ-meyil'e (e-mail), i-meyiığl diyip, somonlu salata yiyorlar öğlen yemeği niyetine. Garip konuşma tarzları ve 5 karış havada burunlarıyla onlardan hiç hoşlanmıyorum. O tip işyerlerinde hep öle insanlar mı olur? Yoksa ben de mi "onlardan" biri oleceğım? Allah muhafaza...

  Bir daha başkalarının lafıyla gaza gelip, ani hareketlerde bulunmicam evet. Uf. İçten içe çatlasam da, dışardan cool gözüküyorumdur bari, inşallah.

Günün (ç)alıntı sözü -> I will die, and you will die, and we all will die, and even the stars will fade out one after another, in time.
Günün Şarkısı -> Papa Roach-Last Resort

4.1.11

Daily Stuff Vol 8.

Ya ama ben bu "Daily Stuff" başlığından sıkıldım gibi sanki belki ama bu tip yazılar ayrıca yazılmak için çok kısa, specific bir başlık altında toplanmak için de fazla ayrı telden. Hmm, bilemedim ki şimdi.

  Offf! 2 gündür bir kulak ağrısı çekiyorum ki, evlerden ırak. Hani küçükken 3 kere ortakulak iltihabı geçirmemiş olsam, nasıl ağrıdığını bilmesem, yine oldum dicem. Şu sıralar bütün focus kulağımda.

  Blog açma kararım ani ve sebepsizce olmuştu aslında, ama sonraları yaza yaza, blog sahibi olmak ve yazıyor olmak mutluluk vermeye başladı. Yazılarını, şiirlerini, short storylerini sevdiğim birisine de blog açmasını "tavsiye ettim" (hayır aslında başının etini yedim). İlk takipçilerinden olduğum, nur topu gibi bir blogu var artık. Selamlar ve teşekkürler sana kadim dostum! (ÖA)

How just a glimpse of somewhere, just a grapple of a scent could make me remember so deep things?

 


 Saçlarımla başım dertte. Ay  ne zaman gönlüme göre olacaklar ya da şekil vermeyi başarabilicem acaba. 21 yıldır beceremedim lan!





 Bugün, hiç tahmin etmediğim bir anda, hiç tahmin etmediğim bir yerde, hiç tahmin etmediğim biriyle karşılaşmam, "harbi, dünya ne küçük lan" diye düşündürdü. Ama iyi oldu, metrobüs de olmasa görüşemicektik, çünkü sen işin düşmeden arayıp sormuyosun! Burdan sen ve senin gibilere selam ve sevgilerimi yolluyorum.

  Ocak-sonu, Şubat-başı bekleyişimin yanına bir de, Mart-başı bekleyişim eklendi, yo kedi gibi libidom tutmadı, ondan değil. Yeni bir atmosphere ve isteklerimin bir kısmını gerçekleştirebileceğim bir okazyon.
In dad, we believe <3

 

  Piyango çıksın, kendime özel bi gitar hocası tutup, ses geçirmez bir oda yaptırıp, oraya, elektro gitar, amfi ve bateri koyucam. Ouw Happy?'nin introsuuuu! Seni çok fena çalmak istiyorum bebeğim!!









Günün Şarkısı -> (Of course) Mudvayne-Happy?
Günün sözü -> İnsan, neyse o olmayı yadsıyan tek varlıktır (Harbi hee).

Ever-changin'

  Dün gece rastlantı sonucu eski resimlerime denk geldim bilgisayar ortamında. Sabaha kadar birsürü resme baktım, video izledim. Farkettim ki ne kadar çok şey gelmiş geçmiş hayatımızdan, ne kadar çok şey değişmiş, ne kadar çok şey yaşanmış... Hayat hakkaten su gibi akıp gidiyomuş. Lise yıllarında çekilen videoları filan gördüm. Güldüğümüz şeyleri, muhabbetini yaptığımız geyikleri, dinlediğimiz dersleri, saçmaladığımız anları filan izledim. Herkesin yüzü öss stresinden dolayı sivilce dolu filan. O zamanların bir daha geri gelmeyeceğini düşündüm, hüzünlendim. Halbuki o an, bir daha geri dönemeyeceklerini bilsek de yaşadıklaırmızın, sahip olduğumuz arkadaşlıkların, muhabbetlerin, ortamların ve fırsatların değerini bilememişiz gibi geliyor bugün bakınca. Şimdilerde de üniversitenin bitecek olması gerçeğinin hüznü sarmaya başladı. Şaka maka 1.5 yıl kaldı sadece mezuniyete. Adım kadar eminim, bugün sahip olduğum arkadaşlıkların aynılarına sahip olamıcam, hep başka türlüleri olacak. Bu kadar sık gezip tozup eğlenip coşamıcam. Yaşanılan herşey, o anki haliyle unique oluyor. İstediğin kadar benzetmeye çalışsan da, o şey herneyse, "O" ana özgü kalıyor. Duygusala bağladım yine.

  Sonra eski evdeki resimleri gördüm. Ne kadar çok şey değişmiş, gelmiş gelmiş hissini de ordan edindim. Tipimden tut, evin eşyalarına kadar ne çok şey değişmiş, yaşanmış.. Ayy hele de "tipim"! İyi ki de değişmiş. Orman kaçkını gibi bişeymişim. Annem bana hep "bakımsız tarzan" diyodu o zamanlar. Şimdi anladım sebebini, evet. Sandalyeler, mutfak dolapları, duvarların rengi, eşyalar, halılar, kıyafetlerimiz ve çok daha fazlası, hepsi durmadan durmadan durmadan değişmiş, bir öncekini maziye gömmüş (benim hala bazı şeyleri gömememem gibi değil).

  Hele Zehra! "Değişim" en çok ona bakınca gözüme çarptı. Çünkü hem fiziksel, hem zihinsel gelişimin ve büyümenin en hızlı olduğu dönemde (formasyon işi hala belirsizliğini korusa da, evet hala bilgilerim taze). Kaşı, gözü, saçı, sesi, herşeyi nasıl da değişmiş. Hele bir videosunda, yazın tatildeyken bir çeşme bulmuş, başında elini, kolunu, kafasını ıslattığını sanarak heryerini yıkadığı an vardı. Dünden beri 40 kere izledim sanırım. Bir örümcek görüyor, "Gitsiiinn" diyor babama, "Bö bö bö böö" diye bağırıyor örümceğe, babam da "Su içmek istiyor o da" diyor, Zehra su atıyor örümceğe içsin diye. Canım benim, o kadar tatlı ki bebeğim ya :) O anki hali bir gelse de ısırsam öpsem filan dedim. Kısmetse bir 7-8 yıl sonra da bugünkü hali için sölicem aynı şeyi biliyorum.


  Giden şeyleri geri getiremiyo insan n'apsa da. Kimine iyi ki de geride kalmış diyerek, kimine hasretle iç geçirerek bakıyor. Yine "Seize The Day" felsefesine getiriyor bu beni. İnsan o an sahip olduğu şeyin farkına varamıyor belki (kesinlikle) ama yaşanılan anın, her aspectiyle birlikte, değerini bilmek gerekiyor. Hayat, biz anla(ya)madan ne de çabuk geçiyor. Ben diyorum ki 21 yıl olmuş nefes almaya başlayalı ama sanki anaokulunda ayakkabımı giymek için ağladığım gün dün gibi. Annemse aynı şeyi 45 yıl için söylüyor.

  Ne çok şey yaşamışız. Neler gelmiş, geçmiş, geçiyor, gelecek, geçecek...

2.1.11

Kader, kısmet

  Şartlar malum. Soba yakmayı da öğrendim. Çuvaldan poşete kömür doldururken tırnaklarımın arasının simsiyah olması da pek bir afilli durdu. Hele sabah sıcak yataktan çıkıp buz gibi tuvalete gitmek paha biçilemez. Yüzünü, elini, başka bi taraflarını buz gibi suyla yıkayıp, ısınmak için odaya koşarak dönmek ama odanın da kuzey kutbundan farkının olmadığını görmek bambaşka bir mutluluk. Her sabah yaşanan bu ritüelden dolayı ilk derslere hep geç kalmam da tuzu biberi, oh yandan vol 3. sanırım. Evin hoşnut olmadığım yanları saymakla bitmez, ama çook şükür geçici bir durum. Bir de sürekli bu koşullarla -hatta daha beterleriyle- yaşamak zorunda olanlar var. Allah yardımcıları olsun valla, zor zanaat.

(Evimizin sıva zımbıtrısı bitmiş, montaj işine geçeceklermiş yakında.)


  Bu kader-kısmet işleri çok ilginç aslında. Kimin kaderini neye göre belirliyor Allah acaba? Normalde sanılanın aksine, yani "Alnımıza böyle yazılmış ki bu olmuş." diye söylenenin aksine, aslında kader olayı şu şekilde olurmuş Nihat Hatipoğlu'ndan duyduğum kadarıyla; Allah kişiye akıl, vicdan ve irade verir, o kişi doğmadan önce de, kişinin bu verilenleri kullanarak vereceği kararlar ve yapacağı şeyler doğrultusunda yaşayacaklarını bilirmiş ve o "olacakları" tamamıyla alıp, kader olarak alnımıza yazarmış. Ben hala çözemedim esasında, şimdi bizim yaşadıklarımız, kendi sebep olduklarımız doğrultusunsa mı oluyor yani? Öyledir heralde, çok da kurcalamamak lazım aslında, çünkü işin içinden çıkılamıyor bazen. İnsan herşeyi anlayıp, çözebileceği yanılgısına kapılıyor hep, yanlış, çok yanlış. Kendisinin de bir kapasitesi olacağını ve bazı şeylere aklının eremeyeceğini bilmesi lazım. Bazı şeylere akıl erdirebilecek düzeyde olsaydık, o şeyler yüce, ulu şeyler olmazdı bence zaten. Neyse, bir söz duymuştum; "Anlaman gerekmez, BİL yeter." Alkış!...

  Kader deyince -çok alakalı değil ama- aklıma geldi, geçenlerde internette Hollywood yıldızlarının, ünlü olmadan önce yaptıkları işleri okumuştum. Kimi sekreter, kimi hamburgerci, kimi tezgartar, kimi fare avcısı, kimi boyacı filanmış. Öyle alakasız şeyler yani. Nasıl olmuş da, o hallerinden bu günkü hallerine gelmişler acaba? Bir gün geliyor, bir "şey" oluveriyor ve devran dönüveriyor. Bu da "kısmet" oluyor sanırım o zaman. Heh tamam ayırt ettim şimdi bunları.

Herşeyin hayırlısı, amin.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...